Süreç: Rızasızların İknası
Covid-19 isimli olay başladığından bu yana her türlü medyada Çin ve Çinli üzerinden geliştirilen “öteki”leştirme sürekli işlendi. Önce yarasalar üzerinden ciddi ve gayri ciddi analizler yapılırken sonra Wuhan’daki bir viroloji laboratuvarından sızan biyolojik silah teorisine geçiş yapıldı.
ABD hükümetinin ulusal laboratuvarı tarafından COVID-19’un kökenleri hakkında bir raporda, virüsün Wuhan’daki bir Çin laboratuvarından sızdığını iddia eden teorinin makul olduğu ve daha fazla araştırmayı hak ettiği sonucuna varılmış. Biden’in verdiği talimatla virüsün kökeninin bulunmasını istediği bildiriliyor.1 “Wuhan’daki laboratuvardan kaynaklanan bir olay olduğu” açıklamalarını daha fazla duyacak gibiyiz.
Sars-Cov-2 olarak bilinen virüsün nasıl geliştirildiğine ya da nasıl ortaya çıktığına dair ciddi ve tutarlı araştırmaların bunca zamandır yapılmamış olması manidar gelmiyor mu size de? Hatta her türlü imkanı elinde olanların, her şeye el uzatanların bir türlü bu işi çözememiş olmaları enteresan değil mi? Dünya üzerinde ölen insan sayısının her yılki ortalama ile aynı olmasına ve aslında bir salgına göre düşük ölüm oranları2 olmasına rağmen sorunun kaynağına yönelmeyip dikkatlerin sürekli başka taraflara çekiliyor olması ilginç değil mi? Bunca zamandır korkulan bir salgın olduğu ve bunun kötü çocukların işi olduğu hikayesine inandırılmamız neye ve kime hizmet ediyor?
Filmlerin ve raporların servis edildiği, Gates gibi cici çocukların her işe soktukları burunlarıyla gerçekleri saptırdıkları ortamlarda neden laboratuvardan kaçan “başrol oyuncusu”na inandırılmak isteniyoruz?
Bizden kurulları, argümanları ve buldukları kanıtları ile “bilime güvenmemiz” ve “ona inanmamız” istenmekte…
Buna inanırsak eğer;
Bir hastalığın tüm sağlıklı insanları da kapsayacak şekilde isimlendirilmiş olmasını ve bunun üzerine kurulan baskıyla yaşatılan sûnî “vaka patlamalarını” görmezden gelebiliriz.
Covid testinde pozitif çıkana kadar yapılan testleri, PCR testinin güvenilirliği tartışmalıyken ufak belirtilere göre “covid teşhisi” ile hastaneye yatırılışları, “testin negatif çıkması pozitif olmadığınız anlamına gelmez” diyenleri unutacağız.
Yan etkileri ve hastada doğuracağı sonuçlar test edilmeden her hastaya verilen ilaç kombinasyonlarının ortaya çıkardığı etkileşimli ölümleri görmezden geleceğiz.
Farklı nedenlere/vesilelere bağlı olarak gerçekleşen ölümlerin, geçmişinde testi pozitif çıkmışsa nedeninin “covid” olarak kayıtlara geçirildiğini hatırlamayacağız.
Sokağa çıkma kısıtlamalarının uygulanmasındaki komediyi, tatil beldelerinde yaşanan izdihama karşılık kapalı bırakılan mekanları, boşaltılan şehirleri ve zor durumda bırakılan insanları kabulleneceğiz.
“Gen tedavisi” mi “aşı” mı olduğu bilim insanları tarafından tartışılan ve “aşı” gereksinimlerini karşılamayan bir deneyin kobayı olma ihtimalimizi, aşı olduktan sonra ortaya çıkacak semptomların neler olacağını sorgulamayacağız.
Bu sayede aslında virüsün insan soyunu hedef aldığına, “toplumsal bağışıklığın” bir işe yaramadığına ve deneysel aşılarla çözüm üretildiğini kabulleneceğiz.
Bir anda ortaya çıkan ve yere yığılan insan görüntülerinin, silikonla kapatılmış tahta tabutlarla gömülen ve en yakınları bile yanlarına yaklaştırılmayan cenazelerin, acı siren seslerinin servis edilerek üzerimizde yarattıkları dehşeti unutacağız.
“Bilgilendirilmiş rıza formları”na atılan ıslak imzalar ile kendilerini garanti altına alanları bize yaşattıkları kurtuluş için bağrımıza basacağız.
Bizden “iman” tazelememiz istenecek!
Tıpkı Hollywood’a konu edilen sızıntılara ve salgınlara inanmamız istendiği gibi…
1https://economictimes.indiatimes.com/news/international/world-news/us-report-concluded-covid-19-may-have-leaked-from-wuhan-lab-wsj/articleshow/83328220.cms
2https://www.worldometers.info/