Öngörücüler
Öngörü nedir?
Türkçe’de sağduyu, basiret, önlem, tedbir, önsezi anlamlarına gelen İngilizce foresight kelimesine karşılık gelen öngörü, bir işin ilerisini kestime veya işin nasıl bir hale evrileceğini önceden anlayabilme ve ona göre davranabilme halidir. Belki bizim değil ama dünya üzerindeki bir çok düşünce kuruluşunun klasör klasör çalıştığı senaryoların temelini bu tanım oluşturmaktadır. Dünya üzerindeki bir çok kuruluş, firma ve özellikle vakıf, bir bulmacaya ait parçalarla birden fazla bulmaca çözmek için yarışmaktalar. Bunlardan biri ve en çalışkanı da Rockefeller Vakfı. 1
Mart 2009’da İtalya’daki Enstitülerinde Küresel Yoksulluğa Karşı bir öngörü çalıştayı toplamış. Çalıştay önlerindeki 10 yıl içinde, küresel meseleleri derinlemesine düşünerek yoksul ve savunmasız insanların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan düşüncelere odaklanmış. Afrika, Asya, Avrupa, Güney Amerika ve ABD’den oluşan katılımcıların “dünyanın en can sıkıcı” sorunlarına eğilmesi sonrası alınan ilham ile “hatalı yönetimlerin dünyanın fakirlerinin refahı önünde en büyük engel” olduğu sonucunda içinde olduğu bir kısım sonuçlara varılmış.
Kalkınma literatüründe yaygın olarak kullanılan “pro-poor” kavramı üzerinden ilerleyen çalıştay yöneticileri bu kavram etrafında sadece teorik olarak değil pratik olarak da ileriye dönük dayanıklı ve güçlü bir topluluk oluşturma potansiyelinin varlığı karşısında umutlanmışlar. Bu denli insancıl yaklaşımlar karşısında öngörünün odak noktasında yer alan yoksul kavramının yanına yerleştirilen “marjinal” ifadesinde ve ulaşılacak hedefin “refah” olarak gösterilmesinde bulmaca parçalarının arka yüzü hafif aralanıyor. Yaratılacak sosyal ve ekonomik fırsatların insanlığın sosyal, ekonomik ve ekolojik direncini artırması ile yoksul ve marjinal insanlar üzerindeki etkisi de analiz içinde yer alıyor. Öngörülerinde yoksul toplulukların, iklim değişiklikliğinden, zayıf yönetim sistemlerinden, finansal krizlerden, güvenlik tehditlerinden ve toplumsal aksaklıklardan etkilenmeleri de analiz ediliyor. Uzun süreli refahın ve bunun sürdürülebilirliğinin sağlanması için girişilen bu öngörü çerçevesinde ortaya çıkan anahtar bulgularla geliştirilen senaryolarında ise küreselleşen dünyanın artan karmaşıklığına sistematik bakış atarak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin karar vericilerine “derin belirsizlikleri” test etmek için imkan yaratılmasını hedefliyorlar.
Yoksulluk ve yoksulluğa neden olanların çok fazla irdelenmemesinin bu sorunu daha da derinleştirdiği haklı düşüncesi üzerine bina edilen fikir bize hiç de yabancı değil: Küreselleşme. Ancak bu akıllı olanı. Yoksulların geliştirilmesi ve durumlarının iyileştirilmesi, bu fırsatların hızlandırılması bu ana fikir için öngörülmekte.
“Küreselleşme ile uzun ve kısa vadede ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlanan toplulukların on yıllar süren ekonomik politikalarla hızlı bir finansal krize girmesi ile Sahraaltı Afrika ve Güneydoğu Asya’daki uluslar yoksulluktan çıkamazlar. Bu kriz yıllar süren kalkınma çalışmalarını hızla geriye sarar ve küresel çapta bir gıda krizi yaşanmaya başlar, bir kaç hafta içinde tarımsal girdilerin fiyatları iki katına çıkar. İklim şartları yoksulların geçim kaynaklarını tehdit ettiği için göç ve sağlık riskleri artmaya başlar.” Malumun ilanı olan bu gelişmenin/öngörünün önüne yalnızca, birlikte çalışarak ve akıllı küreselleşmeyi bu zorluklara karşı sürdürülebilir çözümler geliştirmek ve yaygınlaştırmak için kullanabildiğimizde geçilebileceği düşünülüyor. Bu “akıllı küreselleşme” ile bireylerin/ toplulukların/kurumların daha iyi bir gelecek için araçlarla, teknik fikirlerle ve yeniliklerle birleştirilebileceği öngörülüyor.
İnsanlık için attıkları bu büyük ve vefakar adım için kendilerini alkışlamamız gerekenler, Pro-poor öngörüsünün (yoksulluğun ortadan kaldırılması) akıllı küreselleşme için bir gerekçe olmasına ve bu sürecin hızlandırılmasında nasıl kullanılabileceğine odaklanıyorlar. Yoksulları düşünen ve onların yararına olduğu iddia edilen bu öngörünün genel çerçevesi, sosyal ve ekonomik fırsatların genişletilmesi, insanların sosyal, ekonomik ve ekolojik dayanıklılığını arttırma, küresel ve bölgesel eğilimlerin, tahminlerin, şokların ve felaketlerin onları nasıl etkileyeceği üzerinde çiziliyor. Tam da bu noktada bulmaca parçalarının arka yüzünden oluşturulmaya çalışılan diğer bütünün dışında, parçaların iki yüzlü değil üç boyutlu olduğunu fark ediyoruz. Zira bu üç boyutlu tasarımın merkezinde Leon Fuerth’un yaptığı güzellemelerde de ortaya konduğu gibi “öngörü” yer alıyor. Öngörülere ülke yönetimlerinin vurdumduymazlıkla yaklaşmaları, onları beceriksiz, hatalı politikalar üretmelerine, bu yaklaşımları ile aslında yoksulların yaşamlarını iyileştirmeye yardımcı olacak pencerelerin hızla küçülmesine neden oluyorlar. Böylece Birleşmiş Milletlerin belirlediği Bin Yıllık Kalkınma planına ulaşılamaması ile birçok yoksul ve savunmasız insanın zorluklarla karşı karşıya kalmasına ve önümüzdeki on yıl (çalıştayın 2009 tarihli olduğunu yeniden hatırlatayım) içinde geri çevrilemeyecek iklim değişikliklerine, toplumlardan küresel olana kadar her ölçekte büyüyen ve çoğalan bir dizi maliyetli hataya neden olacaklar. Bu durumla bir çok ölçekte (makro-meso-mikro) zorluklara (aslında fırsatlara) yol açacaklar.
Ülke yönetimlerinin “öngörü”lere yaklaşımlarının analiz edildiği bölümlerde İngiltere’nin Hükümet Bilim Bürosunda Öngörü Programlarını bir dizi yaklaşımla kullandığı ve bu kullanımlara yönelik yaklaşımlar geliştirdiği belirtirken bulaşıcı salgın hastalıklarla ilgili çalışmalarda zayıf kaldıkları tespit edilmiş. ABD’nin ise ulusal güvenlik ile ilgili meselelerde oldukça gelişmiş bir öngörü ağına sahip olduğu ancak sağlık hizmetleri, iklim değişikliği ve eğitim gibi konuların ancak ulusal güvenliğin tehdit ettiği kısımlarla sınırlı olduğu vurgulanmış. ABD’nin etkili öngörülerde bulunamamasının da mevcut yönetim yapısının karmaşıklığından kaynaklandığı belirtilmiş.
Öngörünün enerjiyle ilgili kısmında mevcut küresel enerji tüketiminin çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilirliğinin olmadığı, petrol, kömür ve gazın küresel kullanımının hızla arttığı, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde artan kentleşme ve modernizasyon nedeniyle elektrik talebinin daha çok artacağı, fiyatların düşük kalmasıyla gözlemlenen enerji talebinin mevcut tahminleri aşacağı vurgulanıyor. Tam bu noktada Yoksulların enerji taleplerinin nasıl karşılanacağı sorusu geliyor? “2030’da veya 2050’de ne olacak” diye soruyorlar. Günlük enerji kullanımdaki kirletici yakıt kullanımı ortadan kaldırılırsa her gün dört binden fazla ölümün engellenebileceği belirtiliyor. Gelişmiş ülkelerin emisyonlarını sıfıra indirmeleri halinde bile iklim değişikliğinin olumsuzluklarının önüne geçilmesinin mümkün olmadığı bunun için uzun vadeli ve sürdürülebilir bir çözüm üretmek için yoksul insanların onayının alınması ve sürece dahil edilmesi gerektiği, yoksul insanlar güçsüz gibi görünse de etkili, güçlü ve kolektif bir güç olabilecekleri üzerinde duruluyor. Ancak bu ülkelerdeki mevcut hükümetlerin iktidarlarında gelirlerini en üst düzeye çıkarmak için petrol çıkartacaklarının ve satacaklarının da vurgusu yapılıyor. Bireylerin ise (halkların) senaryolarda anlatılanları dikkate almasının ise bu sorunun öneminin farkına varmalarına ve eyleme geçmelerine yardımcı olacağına dikkat çekiliyor.
Teknoloji ile yoksullara yönelik çalışmalara destek verilmesi, bilim adamlarının ve mühendislerin kilit problemlerle meşgul olmalarını sağlayarak yakalanacak inovasyon sürecine, çiftçilerin ve diğer bireylerin de dahil edilmesi sağlanarak yeni icatlar yapılabileceği vurgulanıyor. Sanal dünyanın bu iletişim ve etkileşim için sürece yardımcı olabileceği belirtiliyor.
Afrika gibi gelişmekte olan ülkelerde işlevsel bir yönetim olmadan yoksulluğun temel nedenlerini ele almanın imkansızlığına vurgu yapılıyor. Afrika uluslarının yönetim ve politika süreçlerinde reform yapılmasıyla, bu ülkelerdedeki gençlerin, geleceğin işleri için yeterince eğitilmesi ile küresel refaha katkıda bulunmaları mümkün olabilecek. Aksi durumda işsiz kalacaklar ve güvenliği tehdit edici hale gelecekler. Tabi bu durum sadece o ülkeler için değil, küreselleşen dünyada bu gençlerin ABD’ye ve Avrupa’ya göçmen olması durumunda da küresel refah zincirine dahil olmalarının sağlanması gerekmekte. Afrika gibi ülkelerde kadınlara sağlanacak istihdamla, cinsiyet eşitliğiyle ve eğitimli kadınların artırılması ile büyüme oranı iki katına çıkartılabilecek. Afrika’daki durum düşünüldüğünde yoksulluk üzerine “öngörü” geliştirirken bu kıtaya odaklanmaları gayet normal. Ancak bu normalliği kıtanın hem nüfus hem de coğrafya olarak enerji ihtiyacı için büyük bir potansiye sahip olduğu senaryosuyla da okumak gerekmekte. Yoksulluğu ortadan kaldırmak için ekonominin olmazsa olmazlığına yapılan vurgular, son ekonomik krizde yaşananların tek küresel kriz olmadığını, birbirine bağlı dünyada bir ulusun, bir topluluğun, bir bireyin aldığı kararların dünyanın yarısını etkileceği öngörüsü ile sonlanıyor.
Kalkınmayla yoksulluğun önüne geçme öngörüsünde bulunanların değinmedikleri bir sürü nokta olduğu belli. Değindikleri ana noktanın ülkelerin yönetimleri ve ekonomi olması ise manidar. Gelecekle ilgili öngörülerinin, bugün çocuklarını beslemek, barındırmak ve giydirmekten endişe duyan insanlar nezdinde bir karşılığının olmayacağının da farkındalar. Karar vericilerin/yöneticilerin öngörüleri ciddiye almamasına rağmen şirketlerin üçlü kârlılığın (ekonomik, ekolojik ve sosyal) farkında olmalarından, yoksulların aşılmaz baskıların karşısında “öngörü” faaliyetlerini üstlenmek için birleşme fırsatlarının yaratılmasından da umutlanıyorlar.
Tüm bunları, küreselleşmeyi “ne güzel bak işte dünya büyük bir köy oldu, tek tuşla her şey önümüzde” şeklinde yorumlayanlar için, yoksul insanları hedef alan ve yoksulluğu azaltmayı amaçlayan insancıl bir çalışma olarak okumak elbette mümkündür. Öngörünün genelinde ortada bir sorun olduğu net olarak anlaşılmakta ve bu sorunun çözümü için gerekli adımların atılmaması durumunda dünyanın yaşanamaz hale geleceği gerçeği gözümüzün içine sokulmakta. Üç boyutlu olarak tasarlanan bulmaca parçalarının oluşturmaya çalıştığı bütünlerden en az birinde “yoksulluğun önüne geçilerek” akıllı küreselleşme sürecine biran önce geçilmek olduğunu görebiliyoruz. Zira kendi sebep oldukları adaletsizliği düzeltmek için kendilerinden başka herkesi işaret ediyor olmaları da onları ele veriyor. Yoksul insanlar, bu insanların oluşturduğu toplumlar, bu insanları yöneten yöneticiler, kurumlar, sistemler hedef tahtasına oturtulmuşken nedense bu hedefleri besleyen ellerini, sistemlerini ve rejimlerini görmezlikten geliyorlar. Bu körlük de mevcut hedeflerine kilitlenmiş olmalarından kaynaklanıyor. Zira öngörü, ister adına, yoksulluğu engelleme, ister ekolojik denge, ister yaşanabilir dünya, ister iklim değişikliği densin hep ekonomik çıkarlarına gelip dayanmakta. Direkt ifade etmiyor olsalar da akıllı küreselleşmeye geçişte mevcut dünya nüfusunun azalması durumundan çok da rahatsız olmayacakları izlenimi edinilebiliyor. Zira mensup oldukları medeniyetin geçen yüzyılda Küba’ya ambargo uygularken, hastaneye kaldırılan çocukların en temel ilaçlardan mahrum bırakılmasını görmezden gelerek, Küba purosunun artan fiyatları yüzünden ambargonun can yaktığı haberini, iş dünyasının hatırlı gazetesinde manşete çektiklerini biliyoruz. Bugün de aynı şeyi ülkeler nezdinde İran’a, aslında şu son durumda hiç bir insani değer gözetmeksizin tüm insanlığa yaptıklarını izliyoruz. Dün hükümetlerinden tasmalarını kurtaranların, bugün sahip oldukları şirketlerle, üzerini çizdikleri ve artık “akılsız” olduğunu üstü kapalı itiraf ettikleri küreselleşmenin yerine “akıllı” olanını koyma çabalarını görebiliyoruz. Bizde de olduğu gibi neoliberal kararlarla ölümsüz kişilikler halini gelen ve modern devlet/şirket çağının anahtarını taşıyanlar büyümeye devam ederken bir kaç ülke vatandaşlığı ile idare ediyorlar. Birleşmiş Milletler Sanayi Gelişimi Örgütü 1996’da hazırladığı raporda “küreselleşme sürecinin dünya çapında daha da büyük bir eşitsizliğe yol açmasını” beklemesi üzerinden yirmi dört yıl geçti ve “öngörüler”i gerçekleşti. Akıllı küreselleşme için ise “olağanüstü varlıklı ve güçlü kişilerin” kendi zaviyelerinden tanımladıkları yoksulluk muhakkak yok olmalı!
Hadi şu senaryolarına bir bakalım…
Devamı Senaryocular
M. Sami ZİNİ