Mağduriyet edebiyatını en iyi yapanlar mes’uliyetlerini mağduriyet üzerinden etrafına dağıtmayı en iyi bilenler oluyor. Başkalarının sırtına yükledikleri şeyler egolarını bir türlü tatmin etmiyor olacak ki içten içe tırmanan suçluluk duygusunu çürümeye dönük değişim başarılarıyla ve maziden hikayelerle başkalarına anlatı hâline getiriyorlar. Sonra “değiştim, geliştim; eskisi değilim, kendimi buldum, tamamladım ve biraz da kandırıldım.” Bu yapaylığın söylemek istediği en son şey aslında “kandırılmadan da ben mes’ul değilim” oluyor. Bunu hem bireylerin hem de kolektif oluşumların içine sinen büyük bir hastalık olarak görmek gerek.
İmâr etmeyi değil yapılar arasına her seferinde balyozla dalmayı marifet bilen ve sorumluluklarının etrafından dolaşan insanın enkaz haline getirdikleri üzerine inşâ ettiği kalelerde kendine sığıntı statüsünde edindiği yer hem bireysel hem de toplumsal hayatını hızla virâneleştiriyor. Özellikle günümüzde kendi kapasitesini, kendini daha zeki ve daha becerikli hissettiren etkenlerle artırmış olması sayesinde kazandığı büyük özgüvenle ve elde ettiği cesaretle yüzüne kapatılmış kapıları nasıl açacağını keşfediyor. Haklılığı üzerinden kendi zâviyesinden etrafına bakıyor olması yetersizliğini çaresizlik olarak görmesini, azlığını ehil olmanın yerine yerleştirmesini sağlıyor. Çok olmakla elde edilecek yeterlilik sanrısını, beklettiği bu önemli sığınakları temel alarak kullanımı kolay ve bir o kadar da naif olan mağduriyet üzerine yükseltiyor. Sosyal dokunun kıyısına varmadan önce kendi gardırobunda en kasvetli kumaşlarla dikilmiş olan bu kılıfın inşâ alanına taşınmasıyla ortama uyumlu hâle getirilmesi sırasında toplumun karakteristiğine dönüştürülmesi gerekiyor. Kullanımının kolay getirisinin fazla olması sayesinde, sürümden kazanıma endeksli bir grafiğe dönüştürülen bu kılıf, platformlar tarafından hızla kurumsal statüye yükseltiliyor. Politika konusu edildiği her yerde ne kazançlı denklemlerin çözümüne dönüştürülüyor. Farklı kutuplarca aynı düzlemde kullanılması sayesinde bu psikolojik durum garipsenmeyen ve olağanlaşan bir hâle dönüştürülüyor. Mağduriyet üzerinden derlenen her eylem ister istemez kendini sahiplenen tarafların aynı çatı altında toplanmasını mecbur kılıyor. Bu toplaşmasının öncesi de sonrasında da olacağı gibi geçmişin tüm detaylarını kasvetli müzikal tonlarla sürdürmeyi gerektiriyor. Bunun garanti edilmesi için hamaset yeniden senaryolaştırılıyor. Vaat edilmiş kazanımların nasıl ve neye rağmen olduğu bu oyun içinde figüranların detayları olarak bırakılırken değiştirilen roller arasında kazanılanların kaybedilmemesine odaklanılması korkuyla sağlanıyor. Kabul edilebilir seviyede tuttuklarına iman ettikleri ve meşrû kıldıkları makyajlarla süreci yeniden kurgulayarak mağduriyeti daha çekici hâle getiriyorlar.
Sonra çekim başlıyor:Mağdurum, mağdursun, mağdur…
“Sırtlarına vurulma” pahasına elde edilecek getirilerin tasnifine kapı aralayan bu çekiciliğin çekim gücü sayesinde kimin mağdur eden kimin mağdur edilen olduğu önemsizleştiriliyor. Mağdur edebiyatının güzellemesi mağrur mağdur rollerine ısınan oyuncuların sayısının nostaljik güzellemelerle artırılmasını mümkün kılıyor. Toplaşanların çokluk kriterini kimi zaman üye sayıları çoğu zaman da hesap cüzdanları belirliyor.
Yaşanılan kırılmaların ya da sorunların bir şekilde planlı/plansız geçilen derinliklerde yaşanan travmalarla kurduğu ilişkinin tedavi edilebilirliğe değil yeniden kurgulanan ama aslında asla imâr edilmeyen ilişkilere açılmış olması ancak bu çekimlerle sağlanabilirdi. Örneğin kamusal anlamda başörtüsü yüzünden yaşanan mağduriyetin kullanım alanının ‘anlamını yitirmiş bir simge’ statüsüyle ters açıdan Şubat güzellemesine genişletilmesi yeni genişletmelere gebe olunacağının göstergesiydi. Bireysel boyutta ise çatırdayan evliliklerde eşlerin yaptıkları hatalarla yüzleşmek yerine her birinin kendi geçmişinin çuvalını karıştırarak ajitasyon üzerinden merhamet devşirmeleri bu çekim gücünün iki farklı yansıması olarak okunabilir.
İster delillendirilebilir olsun ister delillendirilmemiş olsun mağduriyet edebiyatının sadece yaşayanın bilebileceği bir dile indirgenmesi ve yasal düzenlemelerin inşâ ettiği mağdur rolleri üzerinden yok edilen asıl kimliğin gözlerden hızla kaçırılması bu tür söylemlerin kullanıma karşı teyakkûz halini gerektirmekte. Çünkü bu durum doğası gereği bir şeyleri yakıp-yıkmayı gerekli gören bir anlayışın anane haline dönüştürülmesi demektir. Böylece ister kişisel, ister dernek, ister parti, ister bir kurum olsun “eylenmesi gereken” yerde “söylenmeyi” meşrû hâle getirmesi için bu anlayış yeterli olmaktadır. Sonrasında yeni çekim gücü artık bellidir: Mağduruz, mağdursunuz, mağdurlar…