İşgalci İsrail Amerika’ya Karşı: Susannah Operasyonu

İşgalci İsrail Amerika’ya Karşı: Susannah Operasyonu

M. Sami Zini

Öncelikle yeniden ve tekrar; dünyada dönüşüm ve değişim dalgasını tsunamiye çeviren Gazze’nin Direnişçilerine ve Gazze için direnenlere selâm olsun.

İsrail terörizm üzerine, yeni sömürgeciliğin baş yapıtı olarak modern milliyetçilik ideolojisiyle kurulmuş bir devlettir. Yahudiliğin bir ırk olmaması siyonizmin besleyici damarı olarak kullanılmış, üretilen ekonomik ve askeri güç efsanesiyle etrafındaki duvarlar sıkıca örülmüştür. Sonrasında kehanet gerçekleştirilmiş bölgesel güç olarak sömürgecilerin şımarık çocuğu kılığında çevresine korku ve ümit dağıtmaya devam etmiştir. Yine de kurulurken temeline gömdüğü sorunlarının bir daha yeşermemesi için sergilediği yönetim tarzıyla kısır bir döngüye saplanıp kalmıştır. Böylece bir nesil sonrası yerleşik düzene geçmiş olsa da yerleşimciler sığıntı/göçmen psikozundan sıyrılamamıştır. Filmlere ve dizilere alt metin olarak sıkıştırdıkları kolonilerini ‘kibbutz’lar aracılığıyla günümüzde bile birlikteliklere çevirmeye ve böyle yorumlamaya çalışmaları, kurgulanan siyonist yahudi devlet modelinin tutmayan mayasını göstermektedir. Zira, Sömürgeci Britanya gözetiminde yerleştiği topraklarda yine ona karşı terör eylemleriyle ortaya çıkardığı işgalci kimliğine, Amerikan desteğini elde etmiş mazlumlar(!) olarak daha fazla sarılsa bile bu desteğin rahatlığını asla yaşayamamıştır. Aynı zamanda bölgesel normalleşmeler sırasında, genişleme politikalarının iç siyasete dönük yüzü, işgal kimliğini Sömürgeci tarafından denetlenemez hâle getirmeye başladığında sırtı sıvazlanıp ayar verilen bir uydu devlet olarak kalmaya mahkum olduğunu da anlamıştır. Aslında “Apartheid Rejim” kimliğini seve seve kabul etmesinin önündeki en büyük engel de bölgede stratejik üstünlüğünün muhafızı olması dışında bir öneminin olmadığını kendisine sürekli hatırlayan Amerika’nın politikaları olmuştur. Bu nedenle İsrail, uluslararası kamuoyuna sürekli kollandığını ve şımarık çocuk olarak ebeveynleriyle her şartta sağlıklı ilişkiler kurduğu izlenimi verme çabası sergilemek zorundaydı. 7 Ekim sonrası Sömürgeci ve Uydu Devlet arasında değişen dengelerden birisi de buydu; Netanyahu hükûmetinin bölgede ateşi körüklemek istemesinin en büyük nedeni de…

İran konsolosluk saldırısı, hem bir meydan okuma ve tepkisiz kalma ihtimalinde İran’ın prestij kaybını garantilemek hem de göreceği açık bir tepkiyle ebeveynlerini iknâ etme fırsatını yakalamak olacaktı. Bir çaresizlik durumunu ele veren bu hesapsız hareket, Avrupa’ya Ukrayna üzerinden ayar verme ve stratejik konumunu koruma çabasına, seçim atmosferi ve eyaletler arası sorunların eklendiği bir dönemde Beyaz Saray tarafından sorumsuzluğun ötesinde bir değerlendirmeyle okundu. Bu yeni bir şey de değildi, hem Amerika hem de İsrail buna benzer bir durumu yıllar önce yine yaşamışlardı. Benzerlik, işgalci içindeki aktörlerin de ne kadar kırılgan olduğunu ve bir süre sonra işgalcide ortaya çıkacak siyasi kırılmaları da görmemizi sağlayabilir.

Lavon Olayı olarak bilinen, işgalcinin “gizli operasyon”u bize bölgesel güçler aralarındaki ilişkinin bugün geldiği noktayı göstermesi açısından oldukça ilginç gelebilir. 2005 yılına kadar bu olayla ilişkisini resmi olarak reddetmiş olsa da İsrail’in 1954’de fiyaskoyla sonuçlanan operasyonu, Amerika’nın stratejisine karşı geliştirilen bir hamledir. Bir grup Mısırlı Yahudinin (Edward Said hatıratında bu planın kulis çalışmalarına katılanlardan bir kısmının Kahire Yahudi cemaati mensupları olduğunu ifade eder1), işgalcinin istihbarat örgütü Aman tarafından Mısır’da bomba yerleştirilmesi için kullanılmasını içeren operasyonun hedefi, Amerika’nın Mısır Milliyetçiliği üzerinden ürettiği politikayı sekteye uğratmaktı. Nâsır hükûmetiyle Amerika arasındaki ilişkileri germeyi amaçlayan İsrail, Amerika’nın arka planda Britanya’nın bölgedeki üstünlüğünü törpülemesi için kullandığı Nasır’dan çekiniyordu. İsrail, Susannah ismi verilen operasyonla bölgede bir denge unsuru olarak gördükleri İngilizlerin Mısır’dan çekilmesini engellemeyi düşünüyorlardı. Mısır’da Amerikan ve İngiliz unsurlarına düzenlenecek sabotajlarla yaratılacak kaosun sorumluluğu Müslüman Kardeşlere, Komünistlere ve milliyetçilere yüklemeyi, ardından gelecek olan protestolar ve gösterilerle Mısır rejimini zayıflatmayı, Mısır ile aralarında siper olarak kullandıkları İngilizleri de Mısır’da kalmaya iknâ etmeyi düşünüyorlardı.

Operasyon 2 Temmuz’da İskenderiye’deki bir postanede patlatılan bombayla başlar ve on iki gün sonra İskenderiye ve Kahire’deki ABD Enformasyon Ajansı’nın kütüphanelerinin bombalanmasıyla devam eder. Operasyonları denetlemek üzere İsrail ajanı Avri Elad’ın (Avraham Seidenberg) Nazi yeraltı bağlantıları olan eski bir SS Subayı Paul Frank’ın kimliğiyle Mısır’da olduğunu öğrenmesi üzerine Mısır İstihbaratı, onunla ilişkide olduğunu tespit ettiği Philip Natanson isimli şüpheliyi izlemeye alır. Natanson, İngilizlere ait Rio Tiyatrosu’nda saldırıyı yapmadan önce suçüstü yakalanır. Dairesinde yaptıkları aramada bulunan deliller sonrası operasyona katılan suç ortaklarının isimleri kendisine itiraf ettirilir. Aralarında Mısırlı Yahudiler ve İsrail vatandaşlarının da bulunduğu 11 şüpheli tutuklanır. Elad ve Albay Dar kaçmayı başarırlar. İki şüpheli, Yosef Carmon ve İsrailli Meir Max Bineth hapishanede intihar ederler. Mısır, 27 Ocak 1955’de biten mahkeme sonrası Moshe Marzouk ve Shmuel Azar’ı idama mahkum eder. Amerika’nın baskılarına rağmen, daha önce Amerikalıların komünistlere ajanlık yapmakla itham ettikleri yahudi bir aileyi idam etmelerini gerekçe gösterilerek Mısır hükûmeti mahkumları idam eder. Tutuklu ajanlardan Meir Meyuhas ve Meir Zafran 1962’de serbest kalırken geri kalanlar 1967 savaşı sonrası esir takasında kullanılırlar.

İşgalci rejimi gayri resmi bir soruşturmayla 1956 yılında Mısır istihbaratına bilginin Avri Elad tarafından verildiği iddiasıyla onu yargılar 10 yıl hapis cezasıyla başarısızlığın faturasını ona keser. Bu kadar büyük bir başarısızlığa verilen bu cezayı tamamen farklı suçlamalardan dolayı mahkum edilerek çeken Elad daha sonra 1972’de Kaliforniya’ya yerleşir. Savunma Bakanı Pinhas Lavon ise operasyondan haberi olmadığını iddia ederek sorumluluğu reddeder. Hakkında delil bulunamayan Lavon suçu, itaatsizlik nedeniyle Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Şimon Peres’e ve ihmalleri nedeniyle Gibli’ye atar. Başbakan Moshe Sharett ise Moshe Dayan ile birlikte Lavon aleyhinde ifade veren Peres’in tarafını tutarak Lavon’un 17 Şubat 1955’te istifa etmesine neden olur. 1960 yılındaki bir soruşturma, yalancı şahitlikleri ve Lavon’un operasyona izin vermediğini ortaya çıkarır. Bu siyasal bir çalkantıya sebep olur ve Ben-Gurion uzlaşmayı reddeder. Bunu Mapai Partisine yapılan bir operasyon olarak deklare eder ve daha sonra savunma bakanlığı görevinden istifa eder. Siyasi çalkantı nedeniyle erken seçim kararı alınır ve böylece işgalcideki siyasi yapı aşırı siyonistler lehine değişir. Bu olaydan sonra Sömürgeci Amerika’nın ve Britanya’nın Uydu Devletlerine olan, aslında ince bir iple tutturdukları güvenleri tamamen kopar. İsrail özellikle Amerika’dan artık itibar edilmeyen şımarık bir üvey evlat muamelesi görmeye başlar. Tâ ki 1967 savaşına kadar.

Mısır’ın Asvan Barajı inşasına destek sözü veren ama sonradan cayan Amerikalılara ve İngilizlere tepki olarak Sovyetlerle silah anlaşması imzalaması ve Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini ilan etmesi Lavon Olayı sonrasında gerçekleşir. Süveyş meselesi sonrası İsrail, Fransa ve İngiltere tarafından Sina Yarımadası işgal edilir ama Fransa ve İngiltere Amerika baskısıyla kanalın etrafından hemen, İsrail ise Mart 1957’de çekilmek zorunda kalır. Amerika olmasaydı Mısır işgal edilebilir miydi ya da ederler miydi? Nâsır’ın devrilmeyeceği ortadaydı ve Sömürgeci, havasına yeni girdiği konseptinde karmaşık bir Mısır görmek istememişti; en azından İngiltere ve Fransa’nın da dahil olduğu bir Mısır. Zira 1945’den sonra hızlanan sömürgecilik karşıtlığı, Çinli Komüniştlerin Şanghay’a girmesiyle, Endonezya’da ve Hint Yarımadası’nda bağımsızlık talepleriyle ve Cezayirlilerin Fransa’nın bir parçası oldukları fikrini reddetmeleriyle artmış, Mısır’ın bu akımı takip etmesiyle Fransa ve İngiltere eksenli eski sömürgeciliğin pabucu dama atılırken yeni Sömürgeci Amerika borusunu öttürme sırasının kendine geldiğini anlamıştı.

Tüm bunlardan sonra 7 Ekim sonrası iç siyasetinde ciddi kırılma yaşayan ve Sömürgeciler nezdinde itibarını kaybeden siyonist rejimin içerideki faşist milliyetçiliği körüklemek ve yeniden Uydu Devlet statüsünü sağlamlaştırmak için sağa sola savaş çığırtkanlığı yapmasını iyi okumayı gerektiriyor. Tabi ki bu durum planlarının eskisi gibi maya tutacağı ya da olayları lehlerine kullanacakları anlamına gelmiyor. Zira hem “Batı”nın Barbar Hegemonyasından bıkan hem de yeni bir arayışta olan bölgenin, artık İsrail’e çok dar geleceği ortada. İşgalci için İran konsolosluğu saldırısı bir bombanın emniyet pimiyle beraber elde tutulmaya çalışılmasıydı. Bu kez olmadı. Üzerinde hangi senaryo yazılırsa yazılsın İran’ın savaş çığırtkanlığı yapmadan işgalciye ayar vermesi sömürgecilerdeki mevcut tepkinin dozajında belirleyici oldu. Artık ne o eski koşulsuz desteği verebildiler ne de karşı cephede konuşlanacak güçlere karşı aynı ‘egemen cesareti’ni gösterebildiler.

Özellikle son beş yılda küresel apartheid, “çevre ve sağlık” emperyalizmiyle kendine yeni çıkış yolları bulmaya çalışmaktaydı. Tek kutuplu jeopolitiğin arkasına saklanmış olan sömürgecilik sonrası yapıların işlevselliği körelmişti.2 Bunlar artık şımarık bir “veled” ile değil aklı başında(!) bir “ergen” ile iş tutma arzusunu daha fazla belli edeceklerdir. Belki de bu “son çıkış”ı yakalayamadan kolektif yeni hegemonyanın imkânını bulabilecek bir gücün söz sahibi olması da mümkündür. Tüm bunları kısa vadede olabilecek, gökten sihirli bir değnekle gerçekleşecek şeyler değildir. Ama Gazze Direnişi hesapları ve planları, güç denklemlerini ve sanrıları adım adım yok etmesini bilmiştir. Burada yine temel soru şu olacak: Kendini islâma nispet edenler sömürüldüğünü anlayamayacak ahmaklar olarak hükûmetlerine milli işbirlikçilerin gözetiminde yeni bir taraftar kitleleri mi olacaklar yoksa bu süreçte sömürgeciliği ve sömürgeyi anlayarak barbar hegemonyanın karşısında duran Direniş ekseninde mi mevzilenecekler? Tedirgin edici ve abartılı mı geldi? Belki kulağa böyle gelebilir ama Direniş tam olarak yolda olamayanların veya yolda hata yapmaktan korkanların anlayamayacağı şeyin adıdır.

1Yersiz Yurtsuz – Edward W. Said, Metis,2020, sy.266

2Daha önce dünya egemen sistemindeki değişim sancısı ve arzusuyla ilgili sosyal hareketliliği ve küresel apartheidi okumaya çalıştığım bir yazı: “Yeni Olan Ne?” – Nida Dergisi Mart-Nisan 2022, “Göç ve Zenofobi” Kapak Başlıklı 207. Sayı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir