Eğitimle Kurban Edile Edile

 Eğitim sisteminin içinde geçen zamanın kalitesizliği vahim bir şekilde artık sistem eliyle zihinlerimize ve eylemlerimize yansıtılıyor. Kesintisiz sekiz yıllık eğitimini getiren kemalist devlet zihniyetinin yerinde bugün kesintisiz oniki yıl eğitim ile muhafazakar zihniyet yer alıyor. İmam Hatip okullarının intikamının alınmasının bir türlü bitirilememesi gibi hamasi hedeflerin orta yerinde eski sisteme göre beşinci sınıfta olması gereken ortaokul birinci sınıf öğrencilerinde bile bilginin yüklenilmesi ve saklanması hedefleniyor. Anne babalarının maruz kaldıkları deneme tahtası muamelesine şimdi de evlatları maruz bırakılıyor.

Karikatürlere konu olan, kuş ile filin aynı ağaca çıkmasını hedefleyen sistemin mumla aranmaması için bir takım çalışmaların yapılıyor olması da artık bir ümit vaadetmiyor. Bu ümitsizlik içinde bilgi sistemlerinin islam ile buluşturulması gibi bir hedefin söz konusu bile edilmesi mümkün görünmüyor. Belki de bu bereketsiz seküler yaklaşımların sayesinde ezber temelli bilgilendirme, henüz kalıba oturmayan, fıtratları değiştirilemeyen çocuklar üzerinde iğreti durmaya devam ediyor. Peki acaba kaç tanesi düşmanlığını kazanmak pahasına sürüye karşı gelip özgürlüklerini ilan edebilecek?

İnsanlarla dalga geçilmeyeceğini, yerlere çöp atmaması gerektiğini bildiği halde uygulamada tersini yapan bilgi yüklü cihaz görünümlü çocukları, “aman canım onlar daha çocuk” diye geçiştiren zihinlerin de bir zamanlar aynı eğitim sisteminin farklı versiyonlarından geçtiğini de unutmamak gerekiyor. Yanlış kurgulanan sistemde son can simidi olarak sarılınan ellerin vicdanlarının, tüm bu durumlara sihirli bir değnek ile müdahale etmesini bekleyen yığınların beklemelerinin ötesinde de bir şeyler yapılabilmeli. Yirmi yıldır bize “gelin hep beraber seküler liberal demokratlar olun” çağrısını yapanların en değerli varlık olarak gördükleri “insan”a yatırımlarında yaşadıkları kandırılmalara bir kez daha göz yummak zorunda mıyız?

Erdemli bir gençlik söyleminin içeriğinin nasıl ve ne şekilde doldurulmaya çalışıldığını bilmek de gerekiyor. Kime ve neye göre erdemli… Milliyetçi ve devletçi bir erdem midir umulan ya da “tüm insani değerler” gibi fülû bir hedef midir? Yoksa “günah” diye yaftalanmış bir takım hareketlerden kaçınmaya endeksli kilisevâri bir erdem arayışının millileştirilmesi midir? “Erdem erdemdir” gibi bir yaklaşımla yürütülen eğitim! mekanizmasının tutarsızlığını bugün okul önlerinde beklediğinizde yakinen gözlemleyebilirsiniz. Bunu, “bizim zamanımızda böyle değildi” gibi “ilgili görünürken aslında ilgilenmekten kaçınmanın itirafını” barındıran söylemlerin ardına sığınmadan yaptığımızda, tiksintilerimizi ve acıma duygumuzu da kenara koyabilirsek, sistemin insanın içindeki yarışma güdüsünü sürekli tetikleyerek varmak istediği en yüce noktanın “erdem”liliğini de sorgulayabileceğiz. O zaman, sınıf başkanlığı için yarışan on yaşındaki çocuklardan birinin başkanlığa seçilmesi durumunda tüm sınıfa ısmarlayacağı yiyecekler ve vereceği hediyeler ile propaganda yapmasını da, buna ses çıkartmayan öğretmenin sessizliğini de “erdem”li ve “demokrat” bir hareket olarak çocuklarımıza anlatmak zorunda kalmayacağız?

Zorunluluklarımız bizim karakterimizi ele veriyor. Bilgiyi ve bilgi edinme yeteneklerini erdemli! hareketlerle körelttiğimiz çocuklarımıza anlattıklarımızın, yaşadıkları ve izledikleri gerçeklikler yanında “sıfır” değere sahip olduğunu görmezden gelmemiz gibi… “Yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu öğreten ama yalan söyledikleri çocukları tarafından bilinen ebeveynlerin ahlaki otoritelerini” ayaklar altına almalarındaki ya da “yapmadıkları şeyi söyleyenlerin” ciddiyetlerini kaybettiklerinde olduğu gibi… Çocuğunun kitap okumamasından şikayet eden bir babaya en son ne zaman kitap okuduğunu sorduğunuzda aldığınız cevapta “kitap okumaya zamanımız mı var, biz bunlar için çalışıyoruz” söylemine sığınmasındaki acziyetten daha vahim olanının bu söylemi çocuğunun yanında söylemesi olduğunu nasıl anlatabilirsiniz? Ya da kendi telefonunu çocuğunun elinden kurtarmak için tablet almak isteyen bir annenin “telefon tehlikeli en azından bunda radyasyon yok” iyi niyetinin(!) aslında “kaçmak”tan ibaret olduğunu nasıl izah edebilirsiniz?

Baktığımız pencereleri ve umarsız yüklerimizi kenara koyabilme cesareti ile “değişim” içinde aktif rol alabilecek duruma geleceğiz. Geriye kalanlardan olduğumuzda ise hayat ırmağının akışına kapılıp sürüklenmeye devam edeceğiz.

M.Sami ZİNİ