Aksa Tufanı

Bizim Anlatımımızla Aksa Tufanı

Hamas

MepaNews tarafından yapılan Hamas’ın Gözüyle Aksa Tufanı tercümesi dikkate alınmıştır.

Arabaşlıklar metnin orijinaline aittir,

Akordiyon başlıklar okuma kolaylığı için tarafımızca eklenmiştir.

Sebatkar Filistin halkımıza;

Arap ve İslam ülkelerine;

Dünyanın dört bir yanındaki özgür halklara ve özgürlük, adalet ve insan onurunu savunanlara…

İsrail’in Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya yönelik devam eden saldırganlığı ışığında ve halkımız bağımsızlık, onur ve şimdiye kadarki en uzun süreli işgalden kurtulma mücadelesini sürdürürken, İsrail katliam makinesi ve saldırganlığına karşı en iyi cesaret ve kahramanlık örneklerini sergilemektedir. Halkımıza ve dünyanın özgür halklarına 7 Ekim’de yaşananların hakikatini, ardındaki saikleri, Filistin davasıyla ilgili genel bağlamını açıklamak, İsrail’in iddialarını çürütmek ve gerçekleri bir perspektife oturtmak istiyoruz.

Aksa Tufanı Operasyonunun Nedeni

 

Filistin halkının işgal ve sömürgeciliğe karşı mücadelesi 7 Ekim’de değil, 30 yıllık İngiliz sömürgeciliği ve 75 yıllık siyonist işgal de dahil olmak üzere 105 yıl önce başlamıştır. 1918 yılında Filistin halkı, Filistin topraklarının %98.5’ine sahipti ve Filistin topraklarındaki nüfusun “%92’sini temsil ediyordu. İngiliz sömürge yetkilileri ve siyonist hareket arasındaki koordinasyon doğrultusunda kitlesel göç kampanyalarıyla Filistin’e getirilen Yahudiler, tarihi Filistin topraklarında siyonist varlığın ilan edildiği 1948 yılına kadar Filistin topraklarının en fazla %6’sının kontrolünü ele geçirmeyi ve nüfusun %31’ini oluşturmayı başardılar. O dönemde Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı elinden alınmış ve siyonist çeteler Filistin halkına karşı onları topraklarından ve bölgelerinden sürmeyi amaçlayan bir etnik temizlik kampanyasına girişmiştir. Sonuç olarak, siyonist çeteler Filistin halkının %57’sini sürdükleri Filistin topraklarının %77’sinin kontrolünü zorla ele geçirmiş, 500’den fazla Filistin köyünü ve kasabasını yok etmiş, Filistinlilere karşı onlarca katliam gerçekleştirmiş ve bunların hepsi 1948’de siyonist varlığın kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Dahası, saldırganlığın devamı olarak İsrail güçleri 1967’de Filistin’in çevresindeki Arap topraklarının yanı sıra Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs de dahil olmak üzere Filistin’in geri kalanını işgal etmiştir.

Bu yıllar boyunca Filistin halkı her türlü baskıya, adaletsizliğe,temel haklarının gasp edilmesine ve apartheid politikalarına maruz kalmıştır. Örneğin Gazze Şeridi, 2007’den itibaren 17 yıldır süren ve bölgeyi dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönüştüren boğucu bir ablukadan muzdariptir. Gazze’deki Filistin halkı ayrıca, hepsi de İsrail’in suçlu taraf olduğu beş yıkıcı savaşın/saldırının acısını çekmiştir. Gazze halkı 2018 yılında da İsrail ablukasını ve sefalet içindeki insani koşulları barışçıl bir şekilde protesto etmek ve geri dönüş haklarını talep etmek üzere “Büyük Dönüş Yürüyüşü” gösterilerini başlatmıştır. Ancak İsrail işgal güçleri bu protestolara acımasız bir şekilde karşılık vermiş ve birkaç ay içinde 360 Filistinli katledilmiş, 5 binden fazlası çocuk olmak üzere 19 bin sivil de yaralanmıştır.

Resmi rakamlara göre Ocak 2000 ile Eylül 2023 arasındaki dönemde İsrail işgali 11 bin 299 Filistinliyi öldürmüş ve büyük çoğunluğu sivil olmak üzere 156 bin 768 kişiyi yaralamıştır. Ne yazık ki, ABD yönetimi ve müttefikleri Filistin halkının son yıllarda çektiği acılara aldırış etmemiş, İsrail’in saldırgan tavrını savunmuştur. Yaşananların ardındaki gerçeği araştırmadan yalnızca 7 Ekim’de öldürülen İsrailli askerlere ağıt yakmışlar ve İsrailli sivillerin hedef alındığı iddiasını kınarken yanlış bir şekilde İsrail’in söyleminin peşinden gitmişlerdir. ABD yönetimi, İsrail işgalinin Filistinli sivillere yönelik katliamlarına ve Gazze Şeridi’ne yönelik acımasız saldırganlığına mali ve askeri destek sağlamıştır. ABD yetkilileri halen İsrail işgal güçlerinin Gazze’de işlediği toplu katliamları görmezden gelmeye devam etmektedir.

İsrail’in ihlalleri ve vahşeti, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü de dahil olmak üzere birçok BM kuruluşu ve uluslararası insan hakları grubu tarafından ve hatta İsrailli insan hakları grupları tarafından da belgelenmiştir. Ancak, bu raporlar ve tanıklıklar görmezden gelinmiş ve İsrail işgali henüz sorumlu tutulmamıştır. Örneğin, 29 Ekim 2021’de İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan, Genel Kurul’da yaptığı bir konuşma sırasında BM İnsan Hakları Konseyi için hazırlanan bir raporu yırtarak BM sistemine hakaret etmiş ve kürsüden ayrılmadan önce bunu bir çöp kutusuna atmıştır. Buna rağmen kendisi bir sonraki yıl (2022) BM Genel Kurulu Başkan Yardımcılığı görevine atanmıştır.

ABD yönetimi ve Batılı müttefikleri İsrail’e her zaman hukukun üstünde bir devlet muamelesi yapmış, işgali uzatmak ve Filistin halkına baskı uygulamak için gerekli korumayı sağlamış, ayrıca İsrail’in bu durumu daha fazla Filistin toprağına el koymak, mukaddesatları ve kutsal mekanlarını Yahudileştirmek için kullanmasına izin vermiştir. BM son 75 yılda Filistin halkı lehine 900’den fazla karar çıkarmış olmasına rağmen, İsrail bu kararlara uymayı reddetmiş ve ABD vetosu, İsrail’in politikalarına ve ihlallerine yönelik herhangi bir kınamayı önlemek için BM Güvenlik Konseyi’nde her zaman hazır bulunmuştur. Bu nedenle ABD ve diğer Batılı ülkelerin İsrail işgalinin işlediği suçlara ve Filistin halkına çektirmeye devam ettiği acılara ortak olduğunu görüyoruz.

Barışçıl çözüm süreci”ne gelince… Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngörmesine rağmen İsrail, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’teki Filistin topraklarını Yahudileştirme ve geniş yerleşim birimleri inşa etme kampanyasıyla Filistin devletinin kurulmasına yönelik her türlü olasılığı sistematik olarak yok etmiştir. Barış sürecinin destekçileri 30 yıl sonra bir çıkmaza girdiklerini ve bu sürecin Filistin halkı üzerinde yıkıcı sonuçları olduğunu anlamıştır. İsrailli yetkililer, bir Filistin devletinin kurulmasını kesinlikle reddettiklerini çeşitli vesilelerle teyit etmişlerdir. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sadece bir ay önce, Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar uzanan, Batı Şeria ve Gazze’yi de kapsayan İsrail’i tasvir eden sözde bir “Yeni Ortadoğu” haritası sunmuştur. BM Genel Kurulu’ndaki tüm ülkeler, Netanyahu’nun Filistin halkının haklarına yönelik kibir ve cehalet dolu konuşmasına sessiz kalmıştır.

75 yıllık acımasız işgal ve ızdırabın ardından, kurtuluş ve halkımızın geri dönüşü için yapılan tüm girişimlerin başarısızlığa uğramasının ardından ve ayrıca sözde barış sürecinin feci sonuçlarının ardından, dünya Filistin halkından aşağıdakilere karşılık olarak ne yapmasını bekliyordu?

* İsrail’in mübarek Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirme planları, zamansal ve mekânsal bölme girişimleri ve İsrailli yerleşimcilerin kutsal camiye yönelik saldırılarının yoğunlaşması.

* Filistinlileri evlerinden ve yaşadıkları bölgelerden sürmeye yönelik İsrail’in resmi planları eşliğinde, Batı Şeria ve Kudüs’ün tamamını sözde “İsrail’in egemenliğine” katma yolunda fiilen adımlar atan aşırı sağcı İsrail hükümetinin uygulamaları.

* İsrail’in faşist bakanı Itamar Ben-Gvir’in doğrudan gözetimi altında temel haklarından mahrum bırakılan, saldırılara ve aşağılamalara maruz kalan, İsrail hapishanelerindeki binlerce Filistinli tutuklu.

* Gazze Şeridi’ne 17 yılı aşkın süredir uygulanan haksız hava, deniz ve kara ablukası.

* İsrail yerleşimlerinin Batı Şeria’da eşi benzeri görülmemiş bir düzeyde genişlemesinin yanı sıra yerleşimciler tarafından Filistinlilere ve mülklerine karşı her gün uygulanan şiddet.

 

* Mülteci kamplarında ve diğer bölgelerde zor koşullar altında yaşayan ve 75 yıl önce sürüldükleri topraklarına geri dönmek isteyen yedi milyon Filistinli.

* Uluslararası toplumun başarısızlığıyla ve süper güçlerin suç ortaklığıyla, bir Filistin devletinin kurulmasının engellenmesi.

Tüm bunlardan sonra Filistin halkından ne bekleniyordu? Beklemeye devam etmek ve aciz BM’ye güvenmeye devam etmek. Ya da savunma eyleminin uluslararası yasalarda, normlarda ve sözleşmelerde yer alan bir hak olduğunu bilerek; Filistin halkını, topraklarını, haklarını ve kutsallarını savunmak için inisiyatif almak. Yukarıdakilerden hareketle, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu, İsrail’in Filistin halkına ve davasına yönelik tüm komplolarına karşı koymak için gerekli bir adım ve doğal bir yanıttır. İsrail işgalinden kurtulma, Filistinlilerin haklarını geri alma ve dünyadaki tüm halkların yaptığı gibi kurtuluş ve bağımsızlık yolunda savunma amaçlı bir eylemdir.

Aksa Tufanı'nda Yaşananlar ve İsrail'in İddilarına Yanıtlar

Aksa Tufanı Operasyonu 7 Ekim’de İsrail askeri noktalarını hedef almış ve düşman askerlerini esir alarak İsrail hapishanelerinde tutulan binlerce Filistinlinin esir takası anlaşması yoluyla serbest bırakılması için İsrailmakamlarına baskı yapmayı amaçlamıştır. Bu nedenle operasyon, İsrail ordusunun Gazze Tümeni’ni ve Gazze çevresindeki İsrail yerleşimlerinin yakınında konuşlanmış İsrail askeri noktalarını yok etmeye odaklanmıştır.

Sivillere, özellikle de çocuklara, kadınlara ve yaşlılara zarar vermekten kaçınmak Kassam Tugayları’nın tüm savaşçıları için dini ve ahlaki bir sorumluluktur. Filistin direnişinin operasyon sırasında tamamen disiplinli ve İslami değerlere bağlı olarak hareket ettiğini ve Filistinli savaşçıların sadece işgal askerlerini ve halkımıza karşı silah taşıyanları hedef aldığını yineliyoruz. Bu süreçte Filistinli savaşçılar, direnişin hassas silahlara sahip olmamasına rağmen sivillere zarar vermekten kaçınmaya özen göstermiştir. Buna ek olarak, sivillerin hedef alındığı herhangi bir vaka meydana gelmişse bu kaza eseri ve işgal güçleriyle çatışma sırasında gerçekleşmiştir.

Hamas hareketi kurulduğu 1987 yılından bu yana sivillere zarar vermekten kaçınma sözü vermiştir. Siyonist mücrim Baruch Goldstein’ın 1994 yılında işgal altındaki El Halil şehrinde bulunan İbrahim Camii’nde ibadet eden Filistinlilere yönelik bir katliam gerçekleştirmesinin ardından Hamas hareketi, tüm taraflara hitaben sivillerin zarar görmesini engellemek için bir girişim başlattığını duyurmuş, ancak İsrail işgali bunu reddetmiş ve hatta bu konuda herhangi bir yorumda bulunmamıştır. Hamas hareketi de bu tür çağrıları birkaç kez tekrarlamış, ancak Filistinli sivilleri kasıtlı olarak hedef almaya ve öldürmeye devam eden İsrail işgali bu çağrılara kulak tıkamıştır.

İsrail güvenlik ve askeri sisteminin hızla çökmesi ve Gazze ile sınır bölgelerinde yaşanan kaos nedeniyle Aksa Tufanı Operasyonu’nun uygulanması sırasında bazı hatalar yaşanmış olabilir. Pek çok kişinin tanıklık ettiği üzere, Hamas hareketi Gazze’de tutulan tüm sivillere olumlu ve nazik bir şekilde yaklaşmış ve saldırının ilk günlerinden itibaren onları serbest bırakmaya çalışmıştır. Bir hafta süren insani ateşkes sırasında da böyle olmuş, Filistinli kadın ve çocukların İsrail hapishanelerinden salıverilmesi karşılığında bu siviller serbest bırakılmıştır.

İşgalci İsrail’in 7 Ekim’de Kassam Tugayları’nın İsrailli sivilleri hedef aldığına dair ortaya attığı iddialar tamamen yalan ve uydurmadan ibarettir. Bu iddiaların kaynağı İsrail’in resmi söylemidir ve hiçbir bağımsız kaynak bunların hiçbirini kanıtlamamıştır. İsrail resmi söyleminin her zaman Filistin direnişini şeytanlaştırmaya çalıştığı ve aynı zamanda Gazze’ye yönelik acımasız saldırısını meşrulaştırdığı bilinen bir gerçektir. İsrail’in iddiaları aleyhindeki bazı ayrıntılar şu şekildedir:

* O gün (7 Ekim) çekilen videolar ve İsraillilerin daha sonra yayınlanan kendi ifadeleri, Kassam Tugayları savaşçılarının sivilleri hedef almadığını ve birçok İsraillinin karmaşa nedeniyle İsrail ordusu ve polisi tarafından öldürüldüğünü göstermiştir.

* Filistinli savaşçıların “40 bebeğin kafasını kestiği” yalanı da kesin bir dille çürütülmüş, hatta İsrail kaynakları bu iddiayı tekzip etmiştir. Batılı medya kuruluşlarının birçoğu ne yazık ki bu iddiayı yaymıştır.

* Filistinli savaşçıların İsrailli kadınlara tecavüz ettiği iddiası da Hamas hareketi de dahil olmak üzere birçok kaynak tarafından yalanlanmıştır. Mondoweiss haber sitesinin 1 Aralık 2023 tarihli bir haberinde, Hamas üyelerinin 7 Ekim’de gerçekleştirdiği iddia edilen “toplu tecavüz” olayına ilişkin herhangi bir kanıt bulunmadığı ve İsrail’in bu iddiayı “Gazze’deki soykırımı körüklemek için” kullandığı belirtilmiştir.

* İsrail’in Yedioth Ahronoth gazetesinin 10 Ekim ve Haaretz gazetesinin 18 Kasım tarihli iki haberine göre, Gazze yakınlarında düzenlenen ve 364 İsrailli sivilin hayatını kaybettiği Nova müzik festivalinde bulunanlar başta olmak üzere çok sayıda İsrailli sivil İsrail askeri helikopteri tarafından öldürülmüştür. Her iki haberde de Hamas savaşçılarının festivalden habersiz bir şekilde festival alanına ulaştığı ve İsrail helikopterinin hem Hamas savaşçılarına hem de festivale katılanlara ateş açtığı belirtilmektedir. Yedioth Ahronoth ayrıca İsrail ordusunun Gazze’den daha fazla sızmayı önlemek ve herhangi bir İsraillinin Filistinli savaşçılar tarafından tutuklanmasının önüne geçmek için, Gazze Şeridi’ni çevreleyen bölgelerde 300’den fazla hedefi vurduğunu belirtmiştir.

* İsraillilerin diğer tanıklıkları, İsrail ordusunun baskınlarının ve askerlerinin operasyonlarının birçok İsrailli esiri ve onları esir alanları öldürdüğünü doğrulamıştır. İsrail işgal ordusu, kötü şöhretli “Hannibal Direktifi”nin açık bir uygulaması olarak Filistinli savaşçıların ve İsraillilerin içinde bulunduğu İsrail yerleşimlerindeki evleri bombalamıştır. Bu direktif, Filistin direnişiyle esir takasından kaçınmak için açıkça “sivil veya asker bir rehinenin ölmesinin canlı ele geçirilmesinden iyi olduğunu” söylemektedir.

* Dahası, 200 yanmış cesedin öldürülen Filistinli savaşçılara ait olduğunu ve İsrailli cesetlerle karıştıklarını tespit ettikten sonra, işgal yetkilileri öldürülen asker ve sivillerin sayısını 1400’den 1200’e düşürmüştür. Bu da Filistinli savaşçıları öldüren tarafla İsraillileri öldüren tarafın aynı olduğu anlamına gelmektedir zira 7 Ekim’de İsrail bölgelerinde insanları öldüren, yakan ve bölgeyi tahrip eden askeri uçaklara sadece İsrail sahiptir.

* İsrail’in Gazze’de 60’a yakın İsrailli esirin ölümüne yol açan ağır hava saldırıları da İsrail işgalinin Gazze’deki esirlerin hayatını önemsemediğini kanıtlamaktadır.

Gazze çevresindeki yerleşimlerde yaşayan İsrailli yerleşimcilerin bir kısmının silahlı olduğu ve 7 Ekim’de Filistinli savaşçılarla çatıştıkları da bir gerçektir. Bu yerleşimciler sivil olarak kayıtlara geçerken, gerçekte İsrail ordusunun yanında savaşan silahlı kişilerdir.

İsrailli sivillerden bahsederken, zorunlu askerliğin 18 yaşın üzerindeki tüm İsrailliler için geçerli olduğu bilinmelidir. Erkekler 32 ay, kadınlar ise 24 ay askerlik hizmeti yaparlar. Bunların hepsi silah taşıyabilir ve kullanabilir. Bu, İsrail’in “silahlı halk” güvenlik teorisine dayanmaktadır ve İsrail varlığını “ülkesi olan bir orduya” dönüştürmüştür.

Sivillerin acımasızca öldürülmesi İsrail varlığının sistematik bir yaklaşımıdır ve Filistin halkını aşağılamanın araçlarından biridir. Gazze’de Filistinlilerin kitlesel olarak öldürülmesi bu yaklaşımın açık bir kanıtıdır.

 

El Cezire haber kanalı bir belgeselde, İsrail’in Gazze’ye saldırdığı bir ay içinde Gazze’de öldürülen Filistinli çocukların günlük ortalamasının 136 olduğunu, Rusya- Ukrayna savaşı sırasında Ukrayna’da öldürülen çocukların ortalamasının ise her gün bir çocuk olduğunu belirtmiştir.

İsrail’in saldırganlığını savunanlar olaylara objektif bir şekilde bakmak yerine Hamas savaşçılarını hedef alan saldırılarda siviller arasında da kayıplar olacağını söyleyerek İsrail’in Filistinlileri toplu halde öldürmesini haklı göstermeye çalışmaktadır. Ancak 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu söz konusu olduğunda böyle bir varsayıma başvurmamaktadırlar.

Adil ve bağımsız soruşturmaların söylemlerimizin doğruluğunu kanıtlayacağından ve İsrail tarafındaki yalan ve yanıltıcı bilgilerin boyutunu ortaya koyacağından eminiz. Buna İsrail’in Gazze’deki hastanelerle ilgili olarak Filistin direnişinin buraları komuta merkezi olarak kullandığı yönündeki iddiaları da dahildir. Bu iddialar kanıtlanamadığı gibi birçok Batılı basın kuruluşunun raporlarıyla da yalanlanmıştır.

Şeffaf Bir Uluslararası Soruşturmaya Doğru

1. Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) üye bir devlettir ve 2015 yılında Roma Statüsü’ne taraf olmuştur. Filistin, İsrail’in kendi topraklarında işlediği savaş suçlarının soruşturulmasını talep ettiğinde, İsrail’in uzlaşmazlığı, reddi ve UCM’ye başvurdukları için Filistinlileri cezalandırma tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ayrıca esefle belirmek gerekir ki adalet değerlerine sahip olduğunu iddia eden büyük güçler tamamen işgal söyleminin yanında yer almış ve Filistinlilerin uluslararası adalet sistemindeki hamlelerine karşı durmuştur. Bu güçler İsrail’i hukukun üzerinde bir devlet kılmak, sorumluluktan ve hesap vermekten kaçmasını sağlamak istemektedir.

2. Başta ABD yönetimi, Almanya, Kanada ve İngiltere olmak üzere bu ülkelere, eğer iddia ettikleri gibi adaletin yerini bulmasını istiyorlarsa, işgal altındaki Filistin’de işlenen tüm suçların soruşturulmasına destek verdiklerini açıklamaları ve uluslararası mahkemelerin görevlerini etkin bir şekilde yerine getirmelerinetam destek vermeleri çağrısında bulunuyoruz.

3. Bu ülkelerin adaletin yanında duracaklarına dair şüpheleri miz olmasına rağmen, UCM Savcısı ve ekibini, durumu uzaktan gözlemlemek ya da İsrail’in kısıtlamalarına tabi olmak yerine, burada işlenen suç ve ihlalleri incelemek üzere derhal ve acilen işgal altındaki Filistin’e gelmeye çağırıyoruz.

4. Aralık 2022’de BM Genel Kurulu, İsrail’in Filistin topraklarındaki yasa dışı işgalinin hukuki sonuçları hakkında Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) görüş isteyen bir kararı kabul ettiğinde, İsrail’idestekleyen bu birkaç ülke, yaklaşık 100 ülke tarafından onaylanan bu adımı reddettiklerini açıklamıştır. Halkımız -ve onların hukuk grupları- İsrailli savaş suçlularına karşı Avrupa ülkeleri mahkemeleri önünde evrensel yargı yetkisi sistemi aracılığıyla kovuşturma başlatmaya çalıştığında, Avrupa rejimleri İsrailli savaş suçlularının serbest kalması için bu girişimleri engellemiştir.

5.7 Ekim olayları daha geniş bir bağlama oturtulmalı, çağımızda sömürgeciliğe ve işgale karşı verilentüm mücadele örnekleri hatırlatılmalıdır. Bumücadele deneyimleri, işgalcinin uyguladığı aynı düzeydeki baskıya, işgal altındaki halkın da eşdeğer bir karşılık vereceğini göstermektedir.

6. Filistin halkı ve dünyanın dört bir yanındaki halklar, İsrail söylemini destekleyen bu hükümetlerin, kör tarafgirliklerini haklı çıkarmak ve İsrail suçlarını örtbas etmek için uyguladıkları yalan ve aldatmacanın boyutunun farkındadır. Bu ülkeler, çatışmanın temel nedenlerinin Filistin halkının kendi topraklarında onurlu bir şekilde yaşama hakkının inkârı ve işgal olduğunu bilmektedir. Bu ülkeler Gazze’deki milyonlarca Filistinli üzerindeki haksız ablukanın devam etmesi ve İsrail hapishanelerinde temel haklarından çoğunlukla mahrum edildikleri koşullar altında tutulan binlerce Filistinli tutuklu karşısında ilgisiz kalmaktadır..

7. İsrail’in işlediği suçları ve katliamları reddettiklerini dile getirmek ve Filistin halkının haklarına ve haklı davalarına desteklerini göstermek için dünyanın tüm başkentlerinde ve şehirlerinde toplanan tüm dinlerden, etnik kökenlerden ve geçmişlerden gelen dünyanın özgür insanlarını selamlıyoruz.

Dünyaya Hatırlatma: Hamas Kimdir?

İslami Direniş Hareketi (Hamas) Filistinli bir İslami ulusal kurtuluş ve direniş hareketidir. Amacı Filistin’i özgürleştirmek ve siyonist projeye karşı koymaktır. Referans sistemi İslam’dır. İslam hareketin ilkelerini, hedeflerini ve araçlarını belirler. Hamas milli, dini yada mezhepsel gerekçelerle herhangi bir insana zulmedilmesini ya da haklarının elinden alınmasını reddeder.

Hamas, savaşının dinlerinden dolayı Yahudilerle değil siyonist projeyle olduğunu teyit etmektedir. Hamas Yahudi oldukları için Yahudilere karşı değil, Filistin’i işgal eden siyonistlere karşı mücadele etmektedir. Ki Yahudiliği ve Yahudileri sürekli olarak kendi sömürgeci projeleri ve yasa dışı varlıklarıyla özdeşleştirenler siyonistlerdir.

Filistin halkı her zaman baskıya, adaletsizliğe ve kim tarafından yapılırsa yapılsın sivillere yönelik katliamlara karşı durmuştur. Dini ve ahlaki değerlerimize dayanarak, Yahudilerin Nazi Almanyası tarafından maruz bırakıldıkları şeyleri reddettiğimizi açıkça ifade ettik. Burada, Yahudi sorununun özünde bir Avrupa sorunu olduğunu, Arap ve İslam çevresinin ise tarih boyunca Yahudi halkı ve diğer inanç ve etnik kökenlerden halklar için güvenli bir sığınak olduğunu hatırlatırız. Arap ve İslam çevresi bir arada yaşama, kültürel etkileşim ve dini özgürlükler için bir örnek teşkil etmiştir. Mevcut çatışma siyonistlerin saldırgan tutumundan ve Batılı sömürgeci güçlerle ittifakından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Filistin’deki halkımıza yönelik baskıyı meşrulaştırmak için Avrupa’daki Yahudi acılarının istismar edilmesini reddediyoruz.

Uluslararası yasa ve normlara göre Hamas hareketi, meşru hedef ve amaçları olan bir ulusal kurtuluş hareketidir. İşgale karşı direnme meşruiyetini Filistinlilerin kendini savunma, kurtuluş ve kendi kaderini tayin etme hakkından almaktadır. Hamas, İsrail işgali ile mücadelesini ve direnişini her zaman işgal altındaki Filistin topraklarıyla sınırlamak istemiştir, ancak İsrail işgali buna uymamış ve Filistin dışındaki Filistinlilere da karşı katliamlar ve cinayetler gerçekleştirmiştir.

İşgale karşı silahlı direniş de dahil olmak üzere her türlü yöntemle direnmenin tüm normlar, semavi dinler, Cenevre Sözleşmeleri ve birinci ek protokolü de dahil olmak üzere uluslararası yasalar ve ilgili BM kararları, örneğin BM Genel Kurulu’nun 22 Kasım 1974 tarihli 29. oturumunda kabul edilen ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı ve “sürüldükleri, yerlerinden edildikleri ve köklerinden koparıldıkları evlerine ve mülklerine” geri dönme hakkı da dahil olmak üzere Filistin’deki devredilemez haklarını teyit eden 3236 sayılı Genel Kurul Kararı tarafından meşrulaştırılmış bir hak olduğunu vurguluyoruz.

Sebatkar Filistin halkı ve direnişi, en uzun ve acımasız sömürgeci işgale karşı topraklarını ve ulusal haklarını savunmak için kahramanca bir savaş yürütmektedir. Filistin halkı, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere Filistinli sivillere karşı iğrenç katliamlar gerçekleştiren eşi benzeri görülmemiş bir İsrail saldırganlığıyla karşı karşıyadır. Gazze’ye yönelik saldırı sırasında İsrail işgali, Gazze’deki halkımızı gıda, su, ilaç ve yakıttan mahrum bırakmış ve onları tüm yaşam araçlarından yoksun kılmıştır. Tüm bunlarla birlikte İsrail savaş uçakları, Filistin halkını Gazze’den sürmeyi amaçlayan etnik temizliğin açık bir işareti olarak okullar, üniversiteler, camiler, kiliseler ve hastaneler de dahil olmak üzere Gazze’nin tüm altyapısınıve kamu binalarını vahşice bombalamıştır. Ancak işgali destekleyen büyük devletler, tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu saldırganlığı ve soykırımı durdurmak için harekete geçmemiştir.

İsrail işgalinin Filistin halkına yönelik zulmünü meşrulaştırmak için “meşru müdafaa” bahanesini kullanması bir yalan, aldatmaca ve gerçekleri ters yüz etme sürecidir. İsrail varlığının, işlediği suçları ve işgali savunma hakkı yoktur. Ancak Filistin halkının işgalciyi işgale son vermeye zorlama hakkı vardır. 2004 yılında UAD, “İşgal Altındaki Filistin Topraklarında (Ülkesinde) Duvar İnşasının Hukuki Sonuçları” ile ilgili davada, acımasız işgalci güç olan İsrail’in Filistin topraklarında böyle bir duvar inşa etmek için meşru müdafaa hakkına dayanama yacağını belirten bir tavsiye kararı vermiştir. Dahası, Gazze uluslararası hukuka göre halen işgal altında olan bir topraktır. Dolayısıyla Gazze’ye yönelik saldırının gerekçeleri temelsizdir ve meşru müdafaa fikrinin özünden yoksun olduğu gibi hukuki ehliyetten de yoksundur.

Ne Gerekiyor?

İşgal, kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın ya da adlandırırsa adlandırsın işgaldir ve halkların iradesini kırmak ve onları ezmeye devam etmek için bir araç olmaya devam etmektedir. Öte yandan, tarih boyunca halkların ve ulusların işgalden ve sömürgecilikten nasıl kurtulacaklarına dair deneyimleri, direnişin stratejik bir yaklaşım olduğunu, kurtuluşun ve işgali sona erdirmenin tek yolu olduğunu doğrulamaktadır. Mücadele, direniş ya da fedakârlık olmaksızın işgalden kurtulan bir ulus var mıdır?

İnsani, ahlaki ve hukuki zorunluluklar tüm dünya ülkelerinin Filistin halkının direnişini desteklemesini, ona karşı iş birliği yapmamasını gerektirmektedir. İşgalin suçlarına ve saldırganlığa karşı çıkmalı, Filistin halkının topraklarını özgürleştirme ve dünyadaki tüm halklar gibi kendi kaderini tayin hakkını kullanma mücadelesini desteklemelidirler. Buna dayanarak şu çağrıda bulunuyoruz:

 

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının; başta çocuk, kadın ve yaşlılar olmak üzere tüm Gazze halkına karşı katliamların ve etnik temizliğin derhal durdurulması, geçişlerin açılması ve yeniden inşa araçları da dahil olmak üzere insani yardımların Gazze’ye girişine izin verilmesi.

İsrail işgalinin Filistin halkına yaşattığı acılardan dolayı yasal olarak sorumlu tutulması ve sivillere, altyapıya, hastanelere, eğitim tesislerine, camilere ve kiliselere karşı işlediği cürümlerden dolayı suçlanması.

Uluslararası hukuk ve normlar çerçevesinde, İsrail işgali karşısında Filistin direnişinin meşru bir hak olarak mümkün olan tüm araçlarla desteklenmesi.

Dünyanın dört bir yanındaki özgür halkları, özellikle de sömürgeleştirilmiş ve Filistin halkının çektiği acıların farkında olan ulusları, İsrail işgalini destekleyen güçler/ülkeler tarafından benimsenen çifte standart politikalarına karşı ciddi ve etkili tutumlar almaya çağırıyoruz. Bu ulusları Filistin halkıyla küresel bir dayanışma hareketi başlatmaya, adalet ve eşitlik değerlerini ve halkların özgürlük ve onur içinde yaşama hakkını vurgulamaya çağırıyoruz.

Başta ABD, İngiltere ve Fransa olmak üzere süper güçler, siyonist varlığa hesap verme yükümlülüğünden muafiyet sağlamayı ve ona hukukun üstünde bir ülke muamelesi yapmayı bırakmalıdır. Bu ülkelerin adaletsiz davranışları, İsrail işgalinin 75 yıl boyunca Filistin halkına, topraklarına ve mukaddesatına karşı en ağır suçları işlemesine olanak sağlamıştır. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri, hemen ve her zamankinden daha fazla, uluslararası hukuka ve işgalin sona erdirilmesi çağrısında bulunan ilgili BM kararlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz.

Gazze’nin geleceğine karar vermeyi amaçlayan ve sadece işgali uzatmaya hizmet eden her türlü uluslararası veya İsrail projesini kategorik olarak reddediyoruz. Filistin halkının kendi geleceğine karar verme ve iç işlerini düzenleme kapasitesine sahip olduğunu ve dolayısıyla dünyadaki hiçbir tarafın Filistin halkına herhangi bir vesayet biçimi dayatma ya da onlar adına karar verme hakkına sahip olmadığını vurguluyoruz.

İsrail’in özellikle 1948’de işgal edilen topraklarda ve Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik yeni bir sürgün dalgasına ya da yeni bir Nekbe’ye yol açma girişimlerine karşı durulması çağrısında bulunuyoruz. Sina’ya, Ürdün’e ya da başka bir yere tehcir olmayacağını ve Filistinlilere yönelik herhangi bir yer değiştirme söz konusu olacaksa bunun, BM’nin birçok kararında da teyit edildiği üzere, 1948’de sürüldükleri evlerine ve bölgelerine dönmeye yönelik olacağını vurguluyoruz.

İşgal sona erene kadar dünya çapında halk baskısını sürdürme çağrısı yapıyoruz. İsrail varlığıyla normalleşme girişimlerine karşı durmaya, İsrail işgaline ve destekçilerine karşı kapsamlı bir boykot çağrısında bulunuyoruz.

Hamas’ın Gözüyle Aksa Tufanı İsimli Mepa News tarafından yapılan tercüme esas alınmıştır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir