Ya Rabb! Aklı Bize Perde Yap
Özellikle 15 Temmuz’dan sonra yaşananlar düşünüldüğünde, aslında ortaya çıkan Şahit Ali Şeriati’nin dediği gibi “dine karşı Din” savaşının “din” ayağındakilerin öyle durdukları yerde durmayacakları gerçeği idi. Vicdanlar zehirlenmeye başladığında Allah’ın hitabını mushafa hapsedip ona işine geleni söyletme kabiliyetine sahip bu akımın yeni olmadığını herkes çok iyi biliyor. Seksenli yıllardan başlayarak gelen tarihsel ifadelerin, olayı sadece bir topluluk üzerinde yoğunlaştırma çabası olduğunu da kenardan izlemeye devam ediyoruz.
Bu anlayışın bugün en iyi kurgularını israili kaynaklarda çok daha detayları ile görebilsek de şemasal olarak bir özetini aktaralım:
Tabi bu şemanın bir kaynak kodu var. Ebu Bekir el-Kettani velayet devletinin yapısını şu şekilde düzenler:
“Gavs, onu takip eden dört evtad, onları takip eden yedi ahyar; onları takip eden kırk ebdal; sonra yetmiş nüceba; sonra üçyüz nakipler”
Bulundukları yerler “Nakiplerin meskeni batıdır. Nücebanın meskeni Mısır’dır. Ebdalların meskeni Şam’dır. Ahyar ise yeryüzünde seyahat ederler. Evtad arzın direklerindedir. Gavsın meskeni Mekkedir. Genel olarak bir ihtiyaç hasıl olursa, önce nakipler, sonra nüceba, sonra ebdal, sonra ahyar, sonra amed yardıma koşar ve cevap verirler. Olmazsa gavsa yalvarılır, kendisine cevap verilmeden talebi tamamlanmaz.”
Bu fantastik senaryonun derin devlet ayağında yer alan zat!ların Mısır’daki Sisiciklerine, Şam’daki Esedciklerine ses çıkartmalarını tabi ki bekleyemeyiz. Zira onların işleri hep başlarından aşkın olduğu için ümmetin dertleri ile uğraşmaya hiç zamanları olmaz. Bir de Ebu Nuaym el-İsfahani’nin Hilyetül Evliya isimli eser(!)indeki şu fantazisine bir bakalım:
“Onlar dörtbin tanedir. Hepsi gizlidir.Kimse kimseyi tanımaz. Her hallerinde kendilerinden ve halktan mesturdurlar. Ehl-i hal ve’l-akd ve Hakk’ın mertebesinin kaidleri ise üçyüz tanedir. Ayhar diye isimlendirilirler. Diğer kırkı Ebdal, yetmiş tanesi ebrar, dört tanesi Evtad, üç tanesi Nakip diğerleri ise Gavs ve Kutup olarak isimlendirilir. Bunların hepsi birbirini tanırlar ve bazı işlerde birbirlerinin izinlerine ihtiyaç duyarlar. Rivayet edilen haberler ve ehlki sünnetin hepsi bunu kabul etmektedir.”
Peki rivayet edilen haber dediği şu hadis(!)e bir bakar mısınız?
“Allah’ın kulları arasında 300 velisi vardır, kalpleri Ademin kalbi üzerinedir.
40 velisi vardır kalpleri Musanın kalbi üzerinedir.
70 kişi vardır ki onların kalpleri de İbrahimin kalbi üzerinedir.
5 kişi vardır ki kalpleri Cebrailin kalbi üzerinedir.
3 kişi vardır ki kalpleri Mikailin kalbi üzerinedir.
1 kişi vardır ki kalbi İsrafilin kalbi üzerinedir.
1 kişi vefat ederse Allah 3 naipten birini onun yerine koyar.
3 kişiden biri vefat ederse Allah 5 kişiden birini onun yerine koyar.
5 kişiden biri vefat ederse Allah 70 kişiden birini onun yerine koyar.
70 kişiden biri vefat ederse Allah 40 kişiden birini onun yerine koyar.
40 kişiden biri vefat ederse Allah 300 kişiden birini onun yerine koyar.
300 kişiden biri vefat ederse Allah halktan birini onun yerine koyar.
Ancak onlar vesilesi ile yaşanır, ölünür, bitkiler biter, yağmur yağar ve belalar def olur”
…
Şimdi bu Allah Resulü’ne iftira değil midir?
Bu bir hakaret değil midir?
Hadisliğini! geçtim son cümlesi kişiyi müşrik yapmaz mı?
Bizim akıllarımızla dalga geçenlerin salt politik uğraşlar içinde olduklarını/konjektürel düşünme hastalığından vazgeçmemiz gerekmiyor mu?
Resmen bizimle alay ediliyor.
Medeniyetimizle, tarihimizle, dinimizle, kitabımızla, peygamberimizle…
Bunu yapanlar kimler? Kelli felli sözde alimler!
Bu adamlar şimdilerde kendi fikirleri/mezhepleri üzerinden birbirlerine saldırıyor görünseler de aslında onların bam tellerine bastığınızda hep bir ağızdan bağırmalarının tek nedeni, kazanç kapılarının kapanma endişesi. Bu yüzden hepsi de aklı perde olarak kabul etmişler ve hemen hemen her şeyde inatlaşan, kavga eden şiiler, ismaililer ve sufiler “perde” konusunda ittifak edebilmişler.
Narsist kişilikleri ile “Allah’a teveccüh” adı altında aklın “haber” karşısında sorduğu sorulara karşı çıkan bu anlayış sahipleri, bunca uğraşa “akıl”larına farklı yöntemler bulmak için katlanmışlar. Aklı ortadan kaldıramadıkları için onu dizginlemek için velayet epistomolojisinin yerleşmesine ön ayak olmuşlar. Kendi uydurdukları yalana inanma hezayanı içinde birbirlerine rakip olanların bir anda aynı sofra etrafında buluşturan ikincil ortak payda çeşnisi peydahlamışlar.
Bu payda kimisinde verasetle yürüyen imam tahsisi (imamiyye, ismaili şiilik…) kimisinde mücahede ve riyazet esasına dayanan bir makam (sufilik…) oluvermiştir. Bu birlikteliğe sebep olan hermesçilik sürekli bunlara kaynak olarak yardımcı olmaya devam etmiş, hatta ve hatta sufi velayet biraz da şii velayet görüşünden kopya edilmiştir. Hucviri’nin “Allah onları alemin velileri yapmıştır. Hatta gökten yağmur onların bereketi ile yağar, yerden bitki onların kalplerinin temizliği sayesinde biter. Onların himmetleri ile müminler kafirler karşısında zafer kazanır.” tanımlaması ne kadar şirk kokuyorsa Ebu Cehil’in putlara olan inancı da aynı şirk kokusu içinde değil midir?
Bugünlerde putculuğun sadece budistlere mahsus olduğunu sananların, müşrikliğin cahiliyye arap toplumunda kaldığını düşünenlerin yukarıda piramidi verilen yapının tanıdık gelip gelmediğini kendilerine iyice sormaları gerekiyor. Fetö adı geçer geçmez lanet okuyanların onlara bunu yaptıran anlayıştan önce farklı noktalara odaklanamları ne kadar samimiyetsizce ise iş üstünde yakalandıklarında “deizm” yalanına sımsıkı sarılmaları da o kadar trajikomik.
Alın size devlet yapısı işte.
Devletin başı da belli diğerlerinin mertebeleri de…
Makamların altına ne yazacakları kendi din anlayışlarına bağlı, ama korkmadan yazabilirlerse.
M.Sami ZİNİ