Tütün Fetvası
İran’daki meşhur tütün (reji-tönbeki) fetvası…
Fetva İran Hükümetinin bir İngiliz şirketine tütün konusunda verdiği imtiyazı kaldırma amacı ile Muhammed Hüseyin Müçtehid eş-Şirazi tarafından verilmişti. Türünün haram olduğunu ilan eden bu fetva ardından Şah’ın bile sarayda tütün içemediği söylenir. Zira fetva duyulur duyulmaz saray hizmetçilerinin tüm nargileleri ve onunla ilgili herşeyi attığı rivayet edilir. İranlılar tütün içmeyi ve ekmeyi durdurunca da İran Hükümeti beşyüzbin ingiliz Paundu tazminat ödeyip şirketle olan anlaşmasını feshetmek zorunda kalmıştı. Eğer anlaşma feshedilmemiş olsaydı İran’da da İngiliz derin şirketlerinin Hindistan’da yaptıkları yapılacak ve İran’ın İngiltere egemenliğine girmesi ve bir koloni haline gelmesi için vargüçleri ile çalışacaklardı. Yani İngiliz emperyalizmi bu fetva ile büyük bir fırsatı elden kaçırmıştı.
Son günlerde Amerika ekseninde çok konuşulan “emperyalist gayretlerin” bu gibi tecrübelerden sonra değişmiş olduğunu gördük. Hatta İran’da bile şu anda verilecek böyle bir fetvanın getireceği sesin ve tepkinin o dönemdeki kadar güçlü olmayacağını biliyoruz. Ancak fetvanın verildiği dönemlerde bu topraklarda yaşananlara baktığımızda ortaya çıkan derin farklılıkların tarihi arka planlarını da iyi değerlendirmek gerekmekte. Ortada yeni bir Cumhuriyet yok; emparyalizmin kollarına teslim edilmiş yıkılan Osmanlı var.
1891-1892 yılları…
Her şey Nâsırüddin Şah’ın Avrupa’ya gerçekleştirdiği seyahatlerinin üçüncüsünde İngiltere’de iken -8 Mart 1890’da- İngiliz Major Gerald Talbot’e İran’da tütün ekimi, alım ve satımı tekelini içeren elli yıllık bir imtiyaz vermesi ile başlar. İmtiyaz, 27 Receb 1307 (20 Mart 1890) tarihinde İmtiyâznâme-i Duhâniyyât adlı on beş maddelik bir protokolü her iki tarafın imzalamasıyla gerçekleşir. “İran ülkesi sınırlarında üretilen tütün ve tütün mâmullerinin içeride ve dışarıda alım satım ve üretim tekeli, bu imtiyaznâmenin imzalandığı tarihten itibaren elli yıl boyunca Major Gerald Talbot ve ortaklarına aşağıdaki şartlarda verilmiştir” ibareli bir sözleşmedir bu. Sözleşmenin hayata geçirilmesine önce Tahran Kapalı Çarşısı esnafı tepki gösterir. Mayıs 1891 (Ramazan,1308)’de Şiraz çarşısı protesto amacı ile kapatılır. Camilerde tütün tekelinin aleyhine yapılan hutbe ve vaazlar neticesinde Ali Ekber Felâsiri gibi önderler sürgüne gönderilir. Halkın bu sürgünlere gösterdiği tepkiler kolluk kuvvetleri tarafından bastırılır. Ancak bu baskı ve sürgün politikası ters teper ve Müctehid Mirza Muhammed Hasan Şîrâzî’nin şaha gönderdiği “tekel imtiyazının yol açtığı zararların karşılanması ve imtiyazın kaldırılması”nı içeren telgrafın tüm şehirlerde duyulması ile protesto hareketleri ivme kazanır. Şahın araya koyduğu arabulucularla da sonuç alamaması, bazı maddelerde iyileştirme yapması ve şirketin İran içinde tütün satmasını yasaklaması şeklinde değişiklilere gitmesi bile protestoları durduramaz.
Buraya kadar sorun ticari ve ekonomik olarak devlet-millet arasında cerayan eden ihtilaf gibi görünebilir. Halka bu konuda öncülük eden alimlerin gayretleri ise, tam olarak emperyalizmin içeride açtığı gediğin giderek büyümesine karşı durabilmeye endekslidir. Bu karşı duruşta asıl kırılma 1891’in sonlarında Kerbelâ’daki müctehidlerinin lideri Hasan eş-Şîrâzî’nin yayımladığı meşhur fetva ile gerçekleşir. Fetvada “Bugün her ne şekilde olursa olsun tütün kullanılması İmam Mehdî el-Muntazar’a karşı savaş yapmakla aynı anlamı taşımaktadır” denilmesi yeterli gelir. Tahran’da ve büyük şehirlerde sigara içimi hızla terkedilmeye başlanır. Tahran Kapalı Çarşısı esnafı dükkânlarını kapatarak eyleme destek verir. Halk, kendi işlediği geleneksel çubuk ve galyân şeklinde tütün kullanım âdetlerini de terkeder. Dükkanların kapatılmasından sorumlu tutulanların hükümet tarafından sürgüne gönderilmesi de protestoların durmasına yetmez ve neticede, 1892 yılında, Nâsırüddin Şah, İngiliz şirketine antlaşma gereği beşyüzbin sterlin tazminat ödeyip tütün imtiyazını feshetmek zorunda kalır.
…
Başlangıçta verilen haksız imtiyazların ticari ve ekonomik olarak halkı zor durumda bırakmasına tepki göstermekten başka bir hedefi olmayan protesto eylemlerinin yönetimin gösterdiği tepki nedeni ile “şah ve istibdat”a karşı halkın gücünü gösteren ve alimlerin halk üzerindeki etkisini ortaya çıkartan bir harekete dönüşmesi Şah’ta iktidarı için tehdit algısının doğmasına yol açtı. Tüm bunlarda halkın cebine dokunmadan birşeyler için harekete geçilmemiş olması gerçeği ortadadır. Daha sonraki dönemlerde halka önderlik eden alimlere karşı Şah yönetiminin ağır yaptırımları ve sindirme operasyonları hızlanmış ve kitleleri harekete geçirme potansiyelinde olan her alim bir şekilde cezalandırılabilmiştir. Bu süreç içinde en dikkati çeken tarafın halkın müslüman alimleri dinliyor olmalarıdır. Verilen bir fetva ile tüm otoriteler üzerinde bir otorite olduklarını göstermeleri İran topraklarının ileriki dönemde evrileceği yönü göstermesi açısından önemlidir.
…
Yakın zamanda Hüccetulislam Nasır Nakaviyan “halkın artık din adamlarını dinlemediğini”, ülkedeki din adamlarını eleştirerek şaşkınlığını “ne yaşandı da halk artık din adamlarını dinlemez oldu” şeklinde ifade ediyordu. Aslında bu şaşkınlık bugün bu topraklarda da “din adamları” ekseninde geçerli durumda. Cevabı, toplumlara ve zamana göre değişen ama sürekli üst üste konulan süreçlerde ve bu süreçlerde “islam” adına yapılan bir yığın yanlış uygulamada bulunabilir. Tütün fetvasının yayınlandığı dönemde Osmanlı’da hilafet makamında oturan 2.Abdulhamid’de “din adamları” etkisini kullanmaktan çekinmemişti ama çoğunu da dinlememişti. Zira onları oraya getiren irade “biblo” olarak kullanmaya alışmış bir “töre”den beslenmekteydi. Bugün ortaya çıkan gerçek ise “din adamı” olgusunun artık toplumlar nezdinde bir karşılığının olmadığıdır. O yüzden bugün biri çıkıp da “amerikan emperyalizmine karşı amerikan malı kullanmak müslümanlara savaş açmaktır” dediğinde popüler sloganik ifadeler ve göstermelik eylemlerin ötesine geçilmeden bir balon gibi şişip sönmeler yaşanıyor. Özellikle bu topraklarda cerayan eden son darbe teşebbüsünün mimari yapısının ayaklarından birinin de “din adamı!” algısına değdirilmesindeki en büyük amaç artık “kime ve neye karşı” olursa olsun toplu bir hareketin önünün kesilebilmesiydi. Bu önünü “kesme eylemi” cesedinin bile müslümanlar nezdinde değeri olan hilafetin kaldırılması ile yeni cumhuriyetin de en büyük dayanağı olmuştu. O saatten sonra yükseltilen tüm sesler susturuldu, uzatılan her baş kesildi. Ancak toplum üzerinde laboratuvar ortamlarında uygulanan dönüştürme projesinin başarısızlığa uğraması ile bazıları için “pişmanlık” bazıları için “dahilik” kalacak olan “kurumsal din adamı” Diyanet biblo olarak vitrinde yerini alıverdi.
Ve aslında yıllar sonra Cumhuriyet, fabrika ayarlarına gözlerimizin önünde bir kez daha geri döndürüldü…
M. Sami ZİNİ