“Hey Gavur Anlatsana”
İsim ilgi çekiyor…
Aldığım Yeni ve Eski Ahid Kitabı sonrası poşetin içerisine hediye olarak atılmış bir kitapçık adı. Bu topraklardaki hristiyan bir yazarın yazdığı bir kitap olarak düşünerek cep boyunda ve yetmiş küsur sayfaya sığan satırları okumaya başladım. İlk başta, ön yargılı bakışlara ön tepkiler ve sonrasında, inandıklarına delil getirme uğraşının bir kitapçığı olarak görmüştüm. Ancak yazarın hristiyanlara bu toplumun bakış açısını kendince genellediği satırlardan sonra; “Hatta en üzücü ve çarpıcı örnek 18 Nisan 2007 yılında Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde yaşanan katliamdır, ki bu olay bahsettiğimiz olumsuz propagandaların sonucudur”1 ifadesine rastladığımda durdum. Zira bu olayı olumsuz propaganda ile eşleştirmek gerçekten ilginçti. Olayın üzerindeki sis perdesinin halen tatmin edici olarak aydınlatılmaması ve hristiyan topluma en yakın, “diyalog” içinde olan bir örgütün parmak izinin olduğu hakkında bile şüpheleri barındıran bu hadisenin, yine aynı mihraklarca sümen altı edilme çalışmaları da ortada iken bir acıtasyon malzemesi olarak sunulması çok garip geldi. Bu sunuş kendi “yargı”larından başka bir şey değil aslında.
Başlıkta seçilen “gâvur” kelimesi yazara göre kendilerine verilen bir isim. Aslında bu kelime özellikle Anadolu’da sıfat ve mecazi anlamda “merhametsiz, acımasız ve inatçı” yerine çokça kullanılır. Terim olarak “müslüman olmayan kimse, dinsiz kimse, kafir” anlamlarına geldiğini TDK’da da görebilirsiniz. Hiç bir yerde “hristiyan” diye geçmez. Kullanımda yahudi, hristiyan ya da diğer din sahiplerine karşı kullanıldığı zamanlar elbette olmuştur, olmaktadır. Ama bu zamanlara da özellikle dikkat etmek gerekir, ki müslümanlık iddiasında bulunanlar için de kimi zaman bu sıfat kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.
Burada “neden gâvur denilir” sorusunun da cevabı önemli. Bazı zamanlarda geleneğe/töreye aykırı davranışlar bile bu kelimenin arkasına yapıştırılabilmiştir. “Gavurluk yapma”, “gavur bile yapmaz” gibi… Osmanlı tebâsında yer alan farklı dine mensup olanlar arasında -en azından bir dönem- bu tanımlamanın revaçta olmadığını biliyoruz. Halk nezdinde islam inancı dışında olanlara takılan genel bir ad gibi görünse de özellikle bu topraklarda, işgalin yaşandığı dönemlerde, ayyuka çıkan ihanetlerin, Ermeni çeteleri gibi azınlıkların zulümlerinin ve bu doğrultuda ortaya çıkan adil olmayan devlet uygulamalarını uygulayan kolluk kuvvetlerinin, işgalci kuvvetlerin ve işbirlikçilerinin tavırlarının kelimenin seyrinde de önemli değişimlere neden olduğunu görmek gerekiyor. O dönemde yaşanan travmaların neleri değiştirdiğini intikal eden tarihi bilgilerden bilebildiğimiz kadar biliyoruz.
Eski veya yeni din! sahiplerinin inandıkları dinin en yüce din olduğunu ve bu yücelik içinde gerçeği haykırdığını iddia etmeleri gayet normal bir durum. Örneğin budistler “kendi dinlerinin sadece belirli bir zamanda geçerli bir din olduğunu iddia etselerdi dindar olmayacakları gibi o dine mensup oldukları da kabul edilmeyecekti”. Yalnız ortada hakikatlerin ustaca ve usulca rayından çıkartılması gibi yöntemlerle kendi dinini ispata yeltenme ve bu ispatı yaparken de “ötekileşerek” kendini korumaya alma durumları yaratılıyorsa bir şeyler yanlış yapılıyor demektir.
“İncil değiştirildi mi? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bugüne kadar hiç kimse bu iddiayı doğrulayacak küçücük bir kanıt bile gösterememiştir.(sy11)” derken kendi üstadları Pfander’ın Rahmetullah el-Hindi ile münazarasından haberdar olmadıklarını düşünüyor insan. “Eski hristiyan bilginlerinin tamamı ve son dönem hristiyan bilginlerinin pek çoğu, Matta İncili İbranice olduğu halde hıristiyan mezheplerin tahrifleri sebebi ile asıl nüshanın kaybolduğu ve şimdi mevcut olan nüshanın onun tercümesi olduğu” konusunda ittifak etmişken; Encylopaedia Penny’de Matta incili hakkında “Bu incil 41 yılında İbranice ve keldanice ile süryanice arasında bir dilde yazıldı. Fakat ondan geriye yunanca tercüme kalmıştır”2 ifadesi yer almaktayken bu iddia hafif havada kalmaya başlıyor. Ve tercüme üzerine tercüme ile kurulmuş mütavatir olmayan silsile sonucunda “Şimdi mevcut olan İbranice tercüme ise, yunanca tercümenin tercümesi” gerçeğinin altını çizmek gerekiyor.
İncil’in değiştirilmesi konusunda Hermenötik akımlara girmeksizin İzhâr’ül Hakk sahibinin delillerinin çürütülmesi gerekmektedir. Yoksa bu iddia asılsız olarak “ilk kilisenin döneminden bu yana sağlam bir şekilde elimize ulaştığını kanıtlayabiliyoruz.. (sy13)” iddiası ile birlikte çöpe gidecektir. Zira tarihsel gerçekler önümüzdedir:
“Eski Ahid’in 8 Kitabı 324 yılına kadar hrıstiyanlarca şüpheli görülmüş ve makbul sayılmamıştır. Bunlar: Ester – Baruh – Tobit – Yudit – Bilgelik – Sirak – 1.Makkabiler – 2.Makkabiler…325 Yılında İmparator Kostantin emri ile İznikte bu şüpheli kitapların durumu ile ilgili bir konsil toplandı. Konsile katılanlar Yodit kitabının doğru kabul edilmesine karar verdiler. Diğerlerini şüpheli bıraktılar (Jerome’nin Yudite yazdığı önsözden) 364 yılında Laodicea Konsili toplandı. Birinci konsilin hükümlerini kabul edip Ester kitabını da doğru kabul ettiler. Hükmü de genelge ile tekit ettiler. 397 yılında kartaca konsili toplandı. Bu konsile meşhur bilginlerden 127 kişi katıldı. Onlardan birisi de onlara göre faziletli olan Augustine’di. Bunlar önceki konsillerin kararlarını doğru kabul edip geriye kalan kitapları da doğru kabul ettiler. Fakat Baruk kitabını Yeremya kitabının bir bölümü saydılar. Çünkü baruk yeremyanın vekili ve halifesi konumundaydı. Bundan sonra Trullo, Florence ve Trent’te üç konsil daha toplandı. Bu konsiller toplandıktan sonra zikredilen şüpheli kitaplar doğru kabul edildiler. Bu durum 1200 yıl kadar böyle devam etti. Sonra protestan mezhebi ortaya çıktı. Onlar kendi seleflerinin Baruk, Tobit,Yudit, Bilgelik, Sirak ile 1. ve 2. Makkabiler kitapları hakkında verdikleri kararları reddetiler. Bunların doğru ve ilhamla yazılmadığını bilakis reddedilmelerinin zorunlu olduğunu ileri sürdüler. Ester kitabındaki bir kısım kararları reddettiler bir kısmını da kabul ettiler. 16 babın ilk 9 babını ve 10 babın 3 ayetini kabul ettiler. Roma kilisesi ise onların ilham ile yazıldığı konusunda ısrarcıdır.”
Böylece ellerinde olmayan ilk nüshadan sonraki nüshaları ifade ederek “Tevrat ve Zebur metinleri ile kıyaslandığında birebir aynı olduğu ortaya çıkan eski nüshalar…(sy26)”ın durumunun da çok da iç açıcı olmadığını görmek gerekiyor. Tevrat’ın ve İncil’in kaybolan asılları sonucunda Latince, İbranice, Arapça, Yunanca tercümeler arasında gidip gelme durumları düşünüldüğünde aslında Apaçık Arapça’nın ne demek olduğu ve korumanın mükemmelliği bir mucize olarak yetiyor bana. Allah’a hamdolsun ki, onca zamandır hermenist anlayışlara, israili kaynaklara dayalı meal üzerindeki tahrif çalışmalarına, sayılar bağlamındaki ayet çıkarımlarına rağmen dünya üzerindeki binlerce hafızada ve teknoloji çağının açtığı çığırla milyonlarca online/offline ortamda hep aynı metne sahibiz. ‘Onu biz indirdik yine biz koruyacağız’ teminatının nasıl bir teminat olduğu işte bu kadar açık.
Kitapçıkta özellikle kendi iddialarına tanrılarını alet etmelerini fazlaca görmekteyiz. “Eğer tanrı dün, bugün ve sonsuza dek değişmez tek tanrı ise, kendi sözünün de değiştirilmesi olanaksızdır.(sy13)”, “Tanrının kendi sözünü inkar etmesi ve geçersiz kılması hiç mümkün müdür? (sy24)”, “Tanrı aldatıcı bir tanrı olmuş olmaz mı? (sy29)” ifadeleri gibi… Bu ifadeleri kendi iddialarını ispat için sürekli kullanmaları bile tanrı tasavvuru inşasını rayına oturtma çabalarını boşa çıkartmakta3:
Tanrı algıları Pavlus’tan Timoteos’a 1. Mektup 2/3-4’da; ‘Böyle yapmak iyidir ve kurtarıcımız Tanrı’yı hoşnut eder. O bütün insanların kurtulup gerçeğin bilincine erişmesini ister.’ şeklindedir. Ama “Pavlus’tan Selaniklilere 2. Mektup 2. Bab’da geçen ‘İşte bu nedenle tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyleki gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.’ pasajda Tanrı’nın aldatması ve insanları cezalandırması kurtuluş yöntemlerinden biri nasıl olabiliyor? Yine 1. Tarihler 22. Bab’da Allah’ın vaadi Davud hanedanın krallığının sonsuza kadar sürdürülmesiydi. Fakat Allah bu vaadini yerine getirmedi! Davud ailesinin krallığı çok uzun zaman önce son buldu. O zaman Tanrı kendi sözünü inkar mı etti ve geçersiz mi kıldı?”, “Eski Ahid kitaplarının bir çok yerinde emrettiği ve yasakladığı hususlarda Tanrıya başka bir görüş zahir olur (beda) ve pişmanlık meydana gelir de ondan geri döner/vazgeçer. Aynı şekilde sürekli vaadde bulunur da sonra vaadini yerine getirmez.”
Aldatıcı tanrı anlayışlarını onlara dikte eden pasajlardan bazıları:
‘Ona de ki: Onunla bir esenlik anlaşması yapacağım. Kendisi ve soyundan gelenler için kalıcı bir kahinlik anlaşması olacak bu. Çünkü o Tanrısı için kıskançlık duydu ve İsrail halkının günahlarını bağışlattı.’ (Sayılar 25/12-13)
‘Ama sen reddettin, sırt çevirdin, çok öfkelendin meshettiğin krala. Kulunla yaptığın anlaşmadan vazgeçtin, onun tacını yere atıp kirlettin’ Mezmurlar 89/39
‘Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok. Aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım dedi. Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.’ Tekvin 6/5-7
‘Rab yine ilgilendi sıkıntılarıyla, yakarışlarını duyunca; antlaşmasını anımsadı onlar uğruna, eşsiz sevgisinden ötürü vazgeçti yapacaklarından.” Mezmurlar 106/44-45
‘Rab Samuel’e şöyle seslendi: Saul’u kral yaptğıma pişmanım. Beni izlemekten vazgeçti.Buyruklarımı yerine getirmedi.Samuel öfkelendi ve bütün gecesini Rabbe yakarmakla geçirdi” 1.Samuel 15/11
‘Samuel ölümüne dek Saul’ü bir daha görmediyse de onun için üzüldü. Rab de Saul’ü İsrail Kralı yaptığına pişmandı” 1. Samuel 15/35
Bu pasajlar bile “Tanrının kendi sözünü inkar etmesi ve geçersiz kılması hiç mümkün müdür? (sy24)” sorusuna kitabın müellifinin inandığı din üzerinden verilecek en kısa cevap “evet” olacaktır…
Taşları Nereye Dikeceksiniz?
“Kutsal kitap 1500 senelik süre içerisinde farklı yerlerde, konumda ve durumda bulunan, Kutsal ruh tarafından yönlendirilmiş olup 40’dan fazla değişik peygamber tarafından aktarıldığı halde, her yönden uyumlu bir bütün oluşturur. (sy26)” derken ‘Şeria Irmağından geçince bugün size buyurduğum gibi bu taşları Eval Dağına dikip kireçleyeceksiniz’ (Tesniye 27/4) ifadesinin Samirice nüshada Gerizm Dağı olmasını herhangi bir tev’ile gitmeden açıklamak ya da taşları nereye dikeceğinize karar vermek zorundasınız.
Nereye dikileceği belli olmayan taşların arasında çelişki içindeki yeni/eski ahit pasajlarından bazılarına bakalım:
‘Böylece bu kuşak, Habil’in kanından tutun da, sunakla tapınak arasında öldürülen Zekeriya’nın kanına değin, dünyanın kuruluşundan beri akıtılan bütün peygamberlerin kanından sorumlu tutulacaktır. Evet, size söylüyorum bu kuşak sorumlu tutulacaktır.’ (Luka 11/50-51)
‘Ölecek olan günah işleyen kişidir. Oğul babasının suçundan sorumlu tutulamaz, baba da oğlunun suçundan sorumlu tutulamaz. Doğru kişi doğruluğunun kötü kişi kötülüğünün karşılığını alacaktır.’ (Hezekiel 18/20)
‘Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın Rab, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklarından sorarım. ( Çıkış 20/5)*
Yine Matta 27/1-10’a göre Yahuda paraları tapınağın içine atıp kendini asmaya giderken, Elçilerin İşleri 1/18-19’a göre satın aldığı tarla sonrası baş aşağı düşüp bedeni yarılıp bağırsakları dışarı çıkar. İsa’nın hem ‘Ben de sana şunu söyleyeyim sen Petrus’sun ve ben kilisemi bu kayanın üzerine kuracağım. Ölüler diyarının kapıları ona karşı direnemeyecek. Göklerin egemenliğinin anahtarkarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey göklerde de çözülmüş olacak (Matta 16/18-19) demesi hem de Petrus’a dönüp ‘çekil önümden şeytan!’ diyerek ‘bana engel oluyorsun, düşüncelerin Tanrı’ya değil, insana özgüdür’ (Matta 16/23) demesi açık seçik iki metinden birinin yanlış olduğunu göstermez mi? Kendi din adamlarının da sürekli ifade ettiği gibi tahrif edilenin hangisi olduğunu bulmak için bulmaca çözmek mi gerekiyor ya da metinlerin yorumlanması için bir ekol haline getirdikleri yorumlama yolu ile çıkışı bulmak mı?
Peygamberlere attıkları iftiraları kendi heva ve hevesleri ile kutsal! metinlerine dahil edenlerin sahibinin izni olmaksızın incir ağacına meyleden İsa tasavvurlarındaki yamukluk, devede kulak kalsa da mevsimi olmadığı için meyve vermeyen ağaca beddua eden peygamber inançları da aynı denklemelerine farkında olmasalar da ansızın yenik düşmekte. (Markos 11/13-14)
Metinler içerisinde o kadar çok sayı ve isim yer almakta ki, bunlar arasında normal kronolojik sıralamada ve tasnifte bile hata yapılması mümkün iken eklene eklene gelen metinler arasındaki tutarsızlık gecenin karanlığında parlayan ateş böceği gibi sırıtıyor karşımızda. Aşağıdaki örneklerle bile ‘her yönden uyumlu bir bütün’ iddiası gerçekten çok fazlaca iddialı olmuş oluyor:
‘Uzziya Yotam’ın babasıydı’ Matta 1/8 böyle derken 2.Krallar 15/7 şöyle der: ‘Azarya ölüp atalarına kavuşunca, Davut Kenti’nde atalarının yanına gömüldü. Yerine oğlu Yotam Kral oldu.’ Birinde Azarya oğlu Yotam diğerinde Uzziya oğlu Yotam…
2.Samuel 24/9’a göre ‘İsrail’de kılıç kuşanabilen 800 bin, Yahuda’daysa 500 bin kişi vardı’ ama 1.Tarihler 21/5’e göre ‘İsrail’de kılış kuşanabilen 1 milyon 100 bin, Yahuda’daysa 475 bin kişi vardı’.
Eksik sayan kim ya da bu mişna kenar notlarını kim ekledi kitaplarına?
1.Tarihler 7/6’ya göre Benyamin’in Bala, Beker, Yediael isimli üç oğlu vardır. Ama Tekvin 46/21’e göre bunlar Bala, Beker, Aşbel, Gera, Naarman, Ehi, Roş, Muppim, Huppim, Ard’dır.
Yeşü 13/25’e göre paylaştırılan topraklar ile Tesniye 2/19 arasındaki farklar karşısında Horsley mecbur kalarak “ibranice metin burada tahrif edilmiştir” derken tüm bunları nasıl görmezden geleceğiz. Bunlardan sonra “Allah’ın sözü olan incilin asla değiştirilmediğini ve değiştirilmeyeceğini emin bir şekilde söyleyebiliyoruz. (sy17)” derken 2.Timoteos 3:16’daki ‘Kutsal yazıların tümü Tanrı esinlemesidir…’ ifadesi ve 2.Petrus 1:20-21 ‘öncelikle şunu bilin ki kutsal yazılardaki hiç bir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiç bir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler.’ bağlamında bile gerçekten çok iddialı olmuyor mu? Halbuki “Protestan bilginleri Eski ve Yeni ahid kitaplarında katolikler tarafından tahrif yapıldığını itiraf ederler. Nitekim papaya inananlar da bunu protestanlara isnat ederler.” Tahrif var ama kim yaptı konusu karmaşık! Kimse üzerine alınmıyor.
“Romadaki gelişmelerden rahatsız olan doğu hristiyanları 1054 yılında Doğru hristiyanları olarak Roma’dan kopup Konstantinopolis merkezli ortodoks mezhebini oluşturdular. Haçlı seferleri gibi üzücü olaylara karıştılar. 1517 yılına gelindiğinde Luther İncil’in öze dönüş hareketi ile protestan akımınıın gelişmesine neden oldu. (sy54)” Oldu ama İzhar’ul Hak müellifi bu konuda “Protestan mezhebinin birinci önderi ve Hristiyanlıkta reform/ıslah yapanların en eski reisi Luther genel olarak Ehli Kitabın ve özel olarak da hrisitiyanların alışkanlıklarına vakıf idi. Onun için tercümenin mukaddimesinde “Kimse benim tercümemde tahrif yapmasın” diye vasiyet etti. Ancak alışkanlıklarına ters olduğu için ölümü üzerinden 30 yıl geçmeden bu uydurma ibareyi (Yuhanna 1. Mektup 5-7/8) onun tercümesine sokturlar” iddiasında bulunuyor. İddia diyorum zira Luther’in Almanca Tercümesi hakkında bilgim bulunmamakta. Tercümelere ilaveler konusunda oldukça rahat ve geniş olmaları tarihsel süreçte önümüzde iken ellerindeki en anlaşılabilir incili bile tahrif etmelerini de yadırgamamak gerekiyor.
Pavlus’tan Galatyalılara’a Mektup 1. Bab/6’daki “Sizi Mesih’in lutfu ile çağıranı bırakıp değişik bir incile (müjde) böylesine çarçabuk dönmenize şaşıyorum. Gerçekte başka bir incil yoktur. Ancak aklınızı karıştırıp Mesih’in incilini çarpıtmak isteyenler vardır” ifadesi bile içinde çok derin trajedi, çelişki ve tahrif itirafı barındır mıyor mu? Bu metne göre:
“1. Havariler zamanında Mesihin incili denilen bir incil vardı,
2. Mukaddes saydıkları pavlus zamanında mesihin inciline aykırı bir incil vardı,
3. Tahrif edenler başka zamanlar bir yana mukaddes saydıkları pavlus zamanında bile tahrif ile meşguldü.”
Elçilerin İşleri giriş kısmına Türkçe tercümede yazılan önsöz ‘Eski çağlarda yazılmış bir çok yapıtın yazarı gibi, bu kitabın yazarı da kendini doğrudan bize tanıtmıyor”4 deniliyor. Bu bile aslında insan elinden çıkan, ilham ile yazıldığı söylenen metinlerin İsa (as)’a indirilen vahy ile ilgi ve alakası olmadığını açıkça ortaya koymakta. Yüzyıllardır ortaya çıkan gerçek, metinlerdeki ifadelerin sürekli tashih edilmeye ihtiyaç duyuluyor olması ve tercümelerin de bu bağlamda yeniden yapılandırılmaya çalışıldığıdır. Özellikle orijinal ve koruyucu manalar olarak baktıkları Ahitler’deki mit unsurlarına karşı takınılan tavırlar nedeni ile kendi sahalarında gelişen hermenötik ile bugün metinleri okuyanlar açısından anlamlı ve uygun hale getirme problemi de bunların üzerine tuz biber olmakta. Bu da aslında tam olarak şunu ortaya koyuyor: “Onların kutsal kitaplarına bir bak! Asırlardan beri kitaplarını tashihle uğraşmaktadırlar. Aslında bu tahriften başka bir şey değildir.”
Allah’ın kulu ve elçisi Muhammed (as) hakkındaki düşüncelerini açıklarken bile “Dolayısı ile Tanrı’nın başka bir peygamber aracılığı ile yeni bir vahiy indirmesi ya da farklı bir yol göstermesi çelişki yaratır ve aslında mesih’in mesajı geçersiz kılmış olur (sy44) düşüncesine İbraniler’e Mektup 1/1-8’i vurgulayarak değinirken metinde yer alan “kendi oğlu ile bize seslendi” ifadesi ile de açıkça üçüncü bir şahsın -yine kimliği bilinmeyen- mektubunun kitaplarına sokulmasının bilinmeden yapılan bir itirafını gösteriyor. “Kutsal kitap onun gelişini önceden bildirmiş olsaydı Mesih inananları çok önceden onu bekliyor olmazlar mıydı? (sy45)” Mesih’ten sonra bir peygamber olmayacağının delili olarak sürülen Vahy 22:18 aynen şöyle der: “Bu kitaptaki peygamberlik sözlerini duyan herkesi uyarıyorum! Her kim bu sözlere bir şey katarsa, Tanrı’da bu kitapta yazılı belaları ona katacaktır” Devamı “Her kim bu peygamberlik kitabının sözlerinden bir şey çıkarırsa, Tanrı’da bu kitapta yazılı yaşam ağacından ve kutsal kentten ona düşen payı çıkaracaktır.” Bunlardan hiç biri iddiaların ispatına dönük açıklamalar değil. Zira “İncilin son bölümünde İsa Mesih’in Alfa ve Omega birinci ve sonuncu, başlangıç ve son benim diyen sözleri kaydediliyor. İncil, Tevrat ve Zebur diye bilinin eski antlaşmanın yazılarının devamı ve tamamlayıcısıdır. Bunlar bir bütün oluşturur. (sy46)” Ama “Hristiyanların Hz İsa hakkında nakletmiş oldukları haberler, Yahudilerin tefsir ve yorumlarına göre Hz.İsa’yı doğrulamaz. Bu sebeple Yahudiler onu şiddetle inkar ederler. Hristiyan alimleri ise bu konuda onların tefsir ve yorumlarına iltifat etmezler ve o haberleri Hz İsa’yı doğrulayacak şekilde kendilerine göre tefsir ve tevil ederler. Bu öyle bir uğraş ki kendilerine yakın tutmaya çalıştıkları Tevrat müntesipleri bile onları iddialarla reddetme cihetine gidiyorlar. Sadece onlar mı Greisbach ve Scholz Vahy 1. Babta yer alan alfa ve omega lafızlarının sonradan eklendiğinde hem fikirdirler. Bazı mütercimler bu ifadeleri almamışlardır. 1671-1821 Arapça tercümelerde bu ifadeler yer almaz. Korintoslulara 1. Mektup 10/28 “Çünkü yeryüzü ve içindeki her şey Rabbinindir” cümlesi sonradan eklenmiştir mesela. Kendi tefsircileri Horne-Adam Clarke bile bu ifadelerin sonradan eklendiğini söylemişlerdir diğer pek çok tahrifte yaptıkları açıklamalar gibi. Arapça 1671,1821,1831 baskılarında bu cümle çıkartılmışken 1825-1826 baskılarında yer almaktadır. 1865-1983 fazlalılığı ifade etmesi için parantez içinde gösterilmiştir.5 Benim elimdeki tercümede bu ifade yok mesela…
Bir kitap düşünün muhatapları onu değiştirilmemiş olarak kabul etsinler ama ellerinde en güvenir olanları bile tercüme olsun ve her tercüme başka bir tercüme olsun. İşte Kur’an kendi elleri ile yazdıkları ve tahrif ettikleri dinlerinden sonra sadece ortadaki bu garâbeti yok etmek için bile inmiş olsa insanlık için büyük bir mucizedir. “Yoksa Kur’an Tanrı’nın Tevrat’ta başlattığı ve İncil’de devam ettirdiği çizgiye sadık kalsa özellikle ona inanmamak gibi bir lüksümüz olur mu? (sy48)” sorusuna en temel cevabı Kur’an’ın kendisi hem mucizevi özelliği ile hem de hânif ve tasdik edicilik kavramı ile çoktandır vermiş bulunmakta. Bu lükse! sahip olmak ve olmamak da pek tâbi ki akıl ve seçme yetkisi verdiği kullarına bağlı. Bu bağlamda “Bir kişi inancını başkalarına anlatacak kadar ciddiye almıyorsa kendi inancını tamamıyla yerine getirmiyor demektir. (sy:63)” çıkışına saygı duymak da yine Rabbin bize bildirdiği bir davranıştır. Ancak bu ciddiyetlerini ve kendilerini ifade etmek için tüm argümanları da yine farklı mecralara, misyonerlik gibi faaliyetlere çekmeden kullanmaları gerekmekte. Zira tarih misyonerlik faaliyetlerinin hangi mecralarda ve nasıl cerayan ettirildiğini yazmaktadır. Evet şu sözleri doğrudur; “yalnız bu topraklarda doğduğumuz için kendimize Müslüman diyorsak, bunun hiçbir inandırıcı yönü olamaz. Yoksa Hindistan’da doğmuş olsaydık Hinduizm Allah’ın gerçek dini mi olacaktı? (sy:63) Bu kaide anne babasını seçme yetisine sahip olmayan bizlerin tıpkı ırkımızı seçmediğimiz gibi dinimizi de seçmeden dünyaya gelmemizde de geçerli bir olgu. Bu yüzden bir çocuk ebeveyninin dinini seçememesine rağmen akıl sahibi olduktan sonra da hakikati bulma sorumluluğuna sahiptir. İster bu çocuk, müslüman anne ve babadan doğmuş olsun, isterse gayri müslim bir anne babadan… Kur’an’ı anlayarak okuyup sonra farklı dinlere dönenlere de tercihlerinden dolayı saygı duyarız. Lakin iddia edegeldikleri, kendi kitaplarında bile çözemedikleri hususlarda “Gerçekten bu kitapların, yazarlarına ait olduklarına dair muttasıl bir senetleri mevcut değildir. Yine ilham mahsulü oldukları da tespit edilmiş değildir. Bu kitapların Kur’an’la çelişmesinin bir zararı yoktur.”
Mihenk taşımız Kur’an’dır. Markos 12/29-32 “buyrukların en önemlisi hangisidir sorusuna” İsa (as) bakın nasıl cevap verir: “Dinle ey İsrail! Tanrımız Rab tek Rab’dir. Tanrın Rabbi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün aklınla ve bütün gücünle seveceksin. İkincisi de şudur: Komşunu kendin gibi seveceksin.Bunlardan daha büyük buyruk yoktur. Din bilgini İsa’ya ‘iyi söyledin öğretmenim’ dedi. Tanrı tektir ve ondan başkası yoktur demekle doğru söyledin.” Allah-u Alem tahrif edemedikleri ya da yanına ilave edemedikleri bir pasaj. Bu pasaj bile kitaplarının içindeki teslis inanışlarına bir demir perdedir kendi başına. Bunu “Evet kendi varlığımızda üç benliğin (beden, can ve ruh) tam bir birliktelik içinde olduğunu görebiliyoruz. (sy38)” formülasyonu içine sokup “Tanrı’nın öz yapısını mantığımıza uygun olarak yapılandırmak bize düşmüyor. (sy40)” şeklinde bir hükme bağlarsanız o zaman Eski Mısır’ın İsis-Osiris-Horus’unu, Sümer’in Şin-Şamaş-İştar’ını, Yunan’ın Tinia-Uni-Minerva’sını da aynı üçleme içinde kabulleniyor olmanız gerekir. “Bizdeki bu üçlü birlik tanrının yüce varlığının bir yansımasıdır. (sy38)” düşüncesini de çelişkileri barındıran kitapları hem onaylamakta hem de reddetmektedir. Tanrı’dan başkasına ibadet etmenin yasak olduğunu vurgulayan, Tanrı’nın hiç kimse tarafından görülmediğini bildiren bablar içinde ve Mesih’in kendi sözlerinde de bunları bulabilmek mümkün. Tüm bunları “Tanrı’nın öz yapısı” gibi ucu açık sözlerle dallanıp budaklandırarak “size düşmediği” halde uydurulan Tanrı tasavvuru karşısında savunma mekanizması geliştirmek adına “yansımalar”a sığınmak da ciddi bir yaklaşım olmayacaktır.
“Gerçek şu ki, inananlar, Yahudi inancına bağlı olanlar ve Sabiiler, Hristiyanlar ve Mecusiler ve bir de, Allah’tan başka varlıklara tanrısal nitelikler yakıştıranlar arasındaki hükmü Kıyamet Günü Allah verecektir; çünkü Allah her şeye tanıktır.” Hacc-17
M.Sami ZİNİ
1Koyu renkli ifadeler Hey Gâvur Anlatsana isimli kitapçığa aittir. (sy8)
2İzhâr’ül Hakk – Rahmetullah El-Hindi
3Hacc 3, 8
*Aynı türevde olanlar için bknz. Çıkış 34/7 – Sayılar 14/18 – Tesniye 5/9
4Kitabı Mukaddes Şirketi ve Yeni Yaşam Yayınları tarafından 2016 yılında Kore Basımlı Türkçe Tercüme
5İzhârü’l Hak Mütercimi Ali Namlı’nın Dipnotu İlgili Eser C:2 S:302