Senaryocular
Öngörücüler‘den devam…
Senaryocular
Vakıf (Rockefeller), senaryo planlamalarını tahmin edilemez bir gelecek için bir çok değişken üzerinden yaratıcı ve titiz şekillerde farklı yollar üzerinde düşünmelerini sağlamak amacıyla kullandığını ifade ediyor. Raporda sunulan senaryolar çalıştay tarafından yürütülen düşünce üretimleri ile gerçekleşiyor. Biz sadece dört senaryoyu raporda sunulduğu kadarıyla biliyoruz. 2010 yılında bu “öngörü” çerçevesinde 15-20 yıllık süreçte düşünülen senaryolarına bakalım. 1
Kilit Adım (Lock Step)
2012 yılında dünyanın beklediği salgın başlar. Yaban kazlarından yayılmaya başlayan bu virüs ile dünya nüfusunun yüzde yirmisi enfekte olur ve yedi ayda sekiz milyon insan ölür. Ölenlerin çoğu sağlıklı ve genç yetişkinlerdir.
Salgının ekonomileri de öldürür. Küresel tedarik zinciri kırılır, turizm gibi sektörler durur hem malların hem de insanların hareketliliği durma noktasına gelir. Yerel işyerlerinde bile normal hareketli dükkanlar ve ofisler aylarca boş durur ve iş yapamaz hale gelir. ABD gibi ülkeler başlangıçta yeterli önlemi almazlar ancak, Çin gibi en başından beri tüm vatandaşları için karantina uygulaması yapan ülkeler virüsün diğer ülkelere göre yayılmasını daha önce durdurur. Salgın sırasında aşırı önlemler alan hükümetlerin liderleri yetkilerini genişletirler, yüz maskesi kullanımını zorunlu hale getirirler, kalabalık ortamlara giriş çıkışlarla ilgili bir dizi önlem/kısıtlama getirirler.
Tüm dünyada “daha kontrollü bir dünya” kavramı geniş kabul görür. Vatandaşlar daha fazla güvenlik ve istikrar karşısında parentalist (kısaca halka rağmen doğruyu belirleme isteği) devlete sıcak bakarlar. Gelişmiş ülkelerde bu gözetim, biyometrik kimlikler ve kilit endüstrilerin daha sıkı düzenlenmesini getirir. Gelişmekte olan ülkelerin düşünceli ve güçlü liderleri sayesinde (Hindistan ve Gana gibi) vatandaşların yaşam kalitesi yükselir. Daha fazla otoriterlik yanlısı olanlarda ise işler tam tersi şekilde işler. Zalim milliyetçiliğin yayılması ile bambaşka sorunlar da ortaya çıkmaya başlar. 2018 Dünya Kupasında seyirciler kendi bayrakları işlenmiş kurşun geçirmez yelekler giymek zorunda kalırlar. “Onaylanmış” teknolojilere erişim artarken bunun dışındakilere sınırlamalar gelir. Gelişmiş ülkelerde daha fazla kaynak ve daha iyi kapasite için yenilikler yapılmaya başlanır. İyi durumdaki ülkeler ve büyük ar-ge bütçelerine sahip şirketler önemli ilerlemeler kaydederler. Rusya ve Hindistan gibi ülkeler şifreleme yöntemleri ile ilgili katı ve yerel standartlar uygulamaya başlarlar. ABD ve AB küresel teknolojinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için ulusal standartlarında geri adımlar atarlar. Resmi güvenlik yardımı şeklinde çoğalan sınır ötesi bağlarla yabancı güvenlik ekiplerinin konuşlandırılması bazı başarısız ülkelerde memnuniyetle karşılanır. 2025 yılında insanlar aşırı kontrollerden bıkarlar. Ulusal çıkarların bireysel çıkarlarla çatıştığı her yerde çatışmalar başlar. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde hoşnutsuz gençlerle, durumlarının ve fırsatlarının kayboluşunu gören sivil insanlar ayaklanır. 2026’da Nijerya’da protestocular hükümeti devirirler. Dünyadaki istikrarı destekleyenler bile ulusal sınırların katı kurallarından rahatsızlık duymaya başlarlar. Er ya da geç birşeyin dünya hükümetlerinin kurmak istediği düzeni bozacağı bellidir. Bu aşamada sivil toplum kuruluşları (hayırseverler) hükümetler tarafından çok sıkı bir şekilde denetlenir ve bazı vakıflar kendilerini Ulusal Resmi Kalkınma düzlemine çekerler. Evrensel hak ve özgürlükleri teşvik etmek isteyen vakıflar birçok ülkenin sınırında engellenir. Teknolojik gelişmelerin bir çoğu hükümetler tarafından yönlendirilir ve daha çok güvenlik ve sağlık konularına odaklanır. “Anti-sosyal” davranışları tespit eden tarayıcı cihazlar havaalanları ve diğer kamu alanlarına yerleştirilmeye başlanır. Salgın korkusundan yiyecekler ve içecekler için firmalar daha akıllı ambalajlama yöntemleri uygularlar ve tüketiciler bu ürünleri benimserler. Bulaşıcı hastalıkları teşhis etmek için yeni teşhis yöntemleri geliştirilir. Sağlık taraması uygulaması hastane ve hapishane gibi gibi yerlerde mecburi hale gelir. Video konferans teknolojileri daha çok tercih edilir, ulusal güvenlik kaygısıyla hareket eden ülkeler Çin’in uyguladığı güvenlik duvarı teknolojilerini ve uygulamalarını taklit ederek kendi BT ağlarını oluşturmaya başlarlar. Ülkelerin interneti engelleme ve kısıtlama uygulamarı dünya geneline yayılır.
Zeki Birliktelik (Clever Together)
2008-2010 durgunluğu korkulan küresel krize neden olmayıp aksine bazı ülkelerin gelişmesine ve büyümesine neden olunca ülkeler sanayileşmek için yarıştılar ve küresel pazar kalabalıklaştı. Ancak ortaya iki büyük sorun çıkar birisi bu gelişmelerde birilerinin sürekli büyümesi ve eşitsizlik makasının açılması, diğeri ise iklimsel sorunlardır. Taşan nehirler ve sular altında kalan şehirler, karbondioksit seviyesindeki artışlar bu sorunları ortaya koyarken, bir ulusun ya da çevre örgütlerinin sorunları ele almasının yetmediği, dünya çapında oldukça koordineli çalışmalar yapılması gerektiği ortaya çıkar. İhtiyaç duyulan şey küresel ölçekte düşünen ve hareket eden sistemlerdir. Bu koordinasyon yavaşça başlar ve sonra hızlanarak 2015 yılında gelişmiş ülkeler kaynaklarını bu sorunlara karşı güçlendirmeyi taahhüt ederler. Merkezi enerji denetimlerine ve yönetimlerine benzer sistemler sadece enerji kullanımı için değil hastalık ve teknoloji içinde düzenlenmeye başlanır. “İyi huylu” giyilebilir teknoloji sayesinde vatandaşların herkesin erişimine açık, gerçek zamanlı erişime izin vermeleriyle küresel mimarlık güçlenir ve bölgesel yönetimler ortaya çıkmaya başlar. Böylece ulus devletler güçlerinin ve önemlerinin bir kısmını kaybederler. Bu durumda ortaya çıkan veritabanı yeni yazılımların geliştirilmesine, aşıların ve tıbbi teşhis yöntemlerinin gelişmesine, yeni tip laboratuvarların kurulmasına, ilaç devlerinin yeni ilaçlar üretmesine, ar-ge çalışmaları için bilim insanlarına veri sağlanmasına olanak sağlar. Gıda dağıtımlarının daha iyi sağlanması için Küresel Teknoloji Değerlendirme Ofisi’nin kurulması sağlanır. Bu ofisin kurulmasına Sivil Toplum Kuruluşları ve şirketlerden oluşan konsorsiyum öncülük eder tabi ki! Artan ticaret hacmi ile beraber gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme artmaya başlar. Afrika’daki düşük nüfus yoğunluğu ve fiziksel coğrafya nedeniyle güneş çiftlikleri kurulmaya başlar. Kuzey Afrika ile Güney Avrupa’ya denizaltı kablolar ile bu enerji aktarılır. 2025 yılında bu enerji ihracatı yüksek döviz kazançlarını da beraberinde getirir. Afrika Birliği gibi ulus-devlet seviyesi üzerindeki siyasi mimari ile “iyi yönetim” güdüsü güçlendirilmiş olur. 2010 yılından sonra internet erişimi temel haklara dahil edilir. Geliştirilen sıtma aşısı ile milyonlarca insanın hayatı kurtarılır, düşük maliyetli zihin kontrollü protezlerle engellilerin büyük bölümüne yardımcı olunur. Laboratuvar ortamında nanolezzetlendiriciler sayesinde et ürünleri üretilmeye başlanır.
Tüm bu iyi gidişata, “akıllı büyümeyi” yönlendirmek için girişilen tüm çabalara rağmen, herşeye olan talebin artması sonucunda, 2028 yılında dünyanın bu kadar büyümeyi sonsuza dek kaldıramayacağı ortaya koyulur.
Hack Saldırısı (Hack Attack)
2010-2020 yılları arasına “kıyamet on yılı” verilir. Dünya üzerinde yaşanan bir seri felaketler neticesinde oluşan stres, küresel ekonomi üzerinde büyük baskı yaratır. İnsani yardım çabaları büyük maliyetlere neden olur ve birincil kaynaklar hızla tükenir. Bu felaketler zincirinde iç kaygıları nedeniyle ABD, Taliban’ın yönetimi yeniden devralması ile Afganistan’dan çekilir. Gelişmekte olan ülkelerde çatışmalar başlar. Tarımsal ürünler başta olmak üzere ülkeler ihracatlara engeller koyarlar. Devlet iktidarlarının zayıflamasıyla hızla düzeni bozulan ülkelerde şiddet ve suç oranları artarken, “küresel gerillalar” olarak isimlendirilen teknoloji çeteleri yeraltı kanallarıyla kendi pazarlarını kurarlar. Bu haydutlar yasadışı ürünlerin pazarlanmasının yanı sıra taklit ve kopya ürünlerle tehlike saçarlar. Ürettikleri sahte aşılar ve ilaçlarla binlerce insanın canına malolurlar. Korsanların devlet ve banka sistemlerine yaptıkları saldırılar karşısında kendilerini ve fikri mülkiyet haklarını korumak için bir kaç çokuluslu şirket daha karmaşık savunma önlemleri almaya başlarlar. Sahtekarlıkların ve patent korsanlığının artması ile herhangi bir şeyin gerçekliğinin tespit edilmesi zorlaşır. Artık gelişmekte olan ülkelerin bel kemiği sayılan mobil ve internet devrimleri bir kabusa dönmeye başlar. Küresel uçurum hızla artar. Çok zenginler hâlâ kendilerini korumak için mali araçlara sahiptirler. 2025 yılında artık onlar evlerde değil, silahlı personeller tarafından korunan yüksek duvarlı kalelerde yaşamaya başlarlar. Diğer insanlar bulabildikleri güvenli yerlere çekilirken yoksul insanlar hiçbir yere kabul edilmezler. Bazı yerlerde devlet yapısının çökmesi ile feodalizmin yeniden canlanır, diğer bölgelerde daha önceki büyük sistemlerin mikro versiyonları ile daha esnek topluluklar meydana çıkar. Ulusal hükümetlerin zayıflamasıyla taban hareketleri büyür ve 2030 yılında artık uluslar arasındaki “gelişmiş ülke” ve “gelişmekte olan ülke” ayrımı tanımlayıcı olmaktan çıkar. Böyle bir ortamda hayırseverler ise sadece “kale modeli”ni benimseyerek daha güvenli olan bir kaç ülkede iş yapmaya devam ederler. Sentetik biyoloji yaygınlaşır ve kıt hale gelen kaynakları ve gıdaları büyütmek için kullanılır. Karanlık internet ağları hızla yayılmıştır, bunların tanımlaması ve kısıtlaması mümkün görünmemektedir. Kimlik tanımlama sistemleri (retina taraması) aksiliklere ve sahteliklere rağmen artık günlük hayatın olağan bir parçasıdır.
Akıllı Mücadele (Smart Scramble)
2008’de başlayan ve devam eden küresel durgunluk sonrası ortaya çıkan tabloda bir çok ülkenin borçları derinleşir, sivillerdeki huzursuzluk ve suç oranları artar. ABD uluslararası güvenirliliğini kaybeder. Çin daha agresif hale gelirken Afrika ve diğer bölgelere olan yatırımlarını hızlı bir şekilde azaltır. Gelişmiş ülkelerde işsizlik oranı hızla artmaya başlar, şirketler daha çok yabancı işçileri çalıştırma eğilimi gösterdiğinden yabancı düşmanlığı hızlanır. Londra’dan göçmenler boşaltılır, geri dönenlerine ihtiyaç duyan Afrika gibi anavatanlarına dönerler. Hayatta kalma ve başarı şansı yakalayanlar olduğu gibi başarısız olan devletlerde bir çoğu acı çeker ve yoksullar daha da yoksullaşır. Bir çok yerde siyasi liderlerin başarısızlığı, ekonomik zayıflık ve sosyal çatışmaların yarattığı stresler ön plandadır. Çoğu coğrafyalarda internet altyapıları çöker. Onarımları aylar veya yıllar alan sürelerde ancak yapılabilir. Yalnızca belirli coğrafyalarda insanlar en son iletişim ve internet araçlarına erişebilmektedir. Endonezya, Ruanda, Türkiye ve Vietnam gibi ülkelerde ise hükümetlerin kapasitesi artar ve geri dönenlerle beraber hızlı bir kalkınma hareketini başlatırlar. Bu bölgelerde sağlık, enerji, sosyal alanlarda yapılan keşifler ve icatlarla beraber topluluklar daha da büyürler. Bu gelişmeler cesaret vericidir ama aynı oranda da kalıcı ticaretin ve yabancı yatırım kanallarının yokluğu sinirlerin gerilmesine neden olur. Doğal olarak daha karmaşık mühendislik çözümlerinin geliştirilmesi ve dağıtılması zora girer. Hayırseverlik artık insan merkezlidir ve çoğu sahada olduğu için kalıcı ofislere ve bürolara ihtiyaç duymazlar. Yetenekli göçmenlerin geri dönmeye zorlanmalarıyla kapasite ve bilgi dağılır, büyüme ve gelişme sınırlanır. Teknik aksaklıklar 3D yazıcılarla üretilen parçalarla, tıp alanındaki aksaklıklar ise antibiyotikleirn yerini alan biyomühendislikli süper alternatif tıp ilaçları ile telafi edilmeye başlanır. Kent sakinleri gıda tedariklerini kendileri sağlama arayışına girdikleri için mega şehirler bahçe şehirler halini almaya başlar.
Raporda da belirtildiği gibi, yeni inovasyonların ve teknolojinin ileriki dönemlerde, uluslararası kalkınma hikayelerinin aktif ve ayrılmaz bir parçası olacağı tüm senaryoların ortak noktası olarak görünüyor. Fakat bu ortak noktanın da ötesinde hepsinde de ortak bir anafikre atıf yapıldığı görülebiliyor.
2009 tarihli Akıllı Küreselleşme için Öngörü raporunda da iddia edildiği üzere amaç dünya yoksullarına yardım etmekti. Kendilerine “gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz” desek de maruz bırakıldığımız sistemlerin sahipleri olarak öngörülerini çeşitli senaryolarla canlandırmak istemişler. Senaryo projesinin odak noktasına da teknoloji, iklim değişiklikleri, sağlık hizmetleri, tarım, ulaşım gibi kalkınma zorluklarını ele almayı yerleştirmişler. Ne için? Kendi küresel egemenliklerinin büyümesinde teknolojinin nasıl bir etkisi olacağını “gelişmiş dünyada dayanıklılık ve eşitlikçi büyüme” kılıfıyla sorgulamak için. Bu büyümede kontrol edemeyecekleri en büyük kitle yoksul topluluklar. Ulus devletlerle artık bu işin yüremediğini görüyorlar; ancak bu devletler bünyesindeki halkların kontrolünden de emin değiller. Dünyaya mal/meta gözüyle baktıkları için onu nasıl işleteceklerini ve karşılaşacakları zorluklarla nasıl baş edeceklerinin planlamasını yapıyorlar. “Çok başlı tekelcilik”lerinde ulus devletlerin “siyasal yer çekimi kanununa uyarak avuç içlerine düşmesini” beklemekten yoruldular. Bu yüzden “uluslarüstü düzeyde daha fazla işbirliği ile yüksek ticaret hacimlerine sahip daha entegre bir küresel ekonomi” görme hayalini kuruyorlar. Yani doymuyorlar ve asla doymayacaklar!
Bugün yaşadığımız, ilk senaryoda da kurgulanan, küresel salgının müsebbipleri kimler? Komplo teorileri ile bir çok şey söyleniyor ve söylenmeye devam edecek. “İnsanoğlunun kendi elleri ile yaptıkları yüzünden karada ve denizde ortaya çıkan bozulma”nın “bir kısım” sonuçlarına herkes katlanacak. Ama ayetin devamında da geldiği gibi “umulur ki döner”iz. Bilim kilisesi yeni “orta oyunu”nu oynamaya çoktan başladı. Kendilerince Allah’ın hayatın dışarıya çıkartılmasında son dönemece giriyorlar. Muhafazakar demokrat kılıflı neoliberal politikacılar ve onların uyguladığı politikalar, toplumsal cinsiyet eşitliği, filozof çocuk, İstanbul sözleşmesi bu dönemeçten önceydi. Ortalığa “öngürü” ve “senaryo” sunanların üstüne basarak ifade ettikleri gibi insanlık yoksul ve zengin şeklinde ikiye ayrılmıyor. Çünkü ayrımı yapanlar kendilerine “zengin” de demiyorlar; zira onlar zenginlerin de üstünde ayrı bir tabakalar. Dünyanın yüzde yirmisinin yoksul ülkelerde yaşadığını, yeryüzündeki insanların yarısının günde iki dolardan az parayla geçindiğini, on milyon çocuğun her yıl önlenebilecekken öldüğünü bilenler tüm bunlara “kendileri” sebep olmamış gibi davranmaya devam ediyorlar. Çünkü onlar dünyanın hakimleri..! Bu ilahlar ve onların diktiği putlar (adına ister piyasa şartları, ister piyasa ahlakı, ister küreselleşme desinler), onlara gönüllü/gönülsüz kulluk edenlere rağmen kırılmalı. Ama nasıl?
M. Sami ZİNİ