Akışkan Müslümanlar!
Artık kafa kağıtlarında bile yazmadığı halde doğarken edindikleri kimlik ile caka satmayı marifet bilen kurtulmuşlar zümresi…
Takva yarışında koşmaları gereken dünyada onun tüm nimetlerine talip olan, onları kaybetmemek için her türlü konjonktüre kılıf bularak “kazanım”ların kıymetini bilmeyenleri rahatlıkla “nankör” ilan edenler!
Ebu Cehil’in putlarını lanetleyip kendi putlarını elleriyle yoğuranlar!
Ne güzel geri sardılar!
Daha tükürdüklerini yalamaları bile bitmeden yeniden tükürme yarışına ne de çabuk girdiler!
…
Konforları için “hakkı söylemeyi” öteleyenler, hakkı söyleyecekleri zamanın hiç gelmeyeceğini de çok iyi biliyorlar.
İdam sehpasında yer aldığına inandıkları “ulu önder”lerinin ayakları altındaki sehpaya tekme atma yarışında gördükleri herkesin karşısına düşmanca dikilmekten hiç çekinmiyorlar.
Duydukları ve aslında dikkatli baktıklarında görecekleri gerçekler karşısında sergiledikleri en net tavır, kendi “kul hak”larından feragât edebilme mütevaziliği. Ancak bu minnet duymamız gereken durumlarına kanıp da “kamusal hak” konusunda garanti vermelerini umma gafletine düşmememiz de gerekiyor. Kendi akıllarınca bu hakkı temsil eden üst mercideki makam sahibine karşı takınılacak her durumun ve söylenecek her sözün, bu hakkın gaspı olarak kayıtlara geçeceğinden ve sonuçlarının “boş konuşan”lardan çıkmasa da onların çoluk çocuklarından çıkacağından eminler. Nitekim bizim de önümüzde Suriye gibi canlı bir örnek varken bunun için (bed)duaya çıkmalarına bile gerek olmadığını iyi bilmemiz gerekiyor.
Huzurludurlar! “Seçilmiş” olmalarından dolayı ateşten uzak bir şekilde, göğüslerini gere gere vekalet verdiklerinin “ateşe attığı” coğrafya üzerinden, kamusal/sosyal sorumluluklarını yerine getirmelerinin verdiği rahatlıkla kâr(sevap) hanelerinden emin bir halde koltuklarına kurulurlar. “Kırmızı çizgiler” üzerine kanla çizilen yeni sınırları görmek ve duymak dahi istemezler. Katledilen her masumun görselleştirilmesi latif ve merhametli yüreklerini sızlatmaya yeter de artar bile. Televizyon ekranlarındaki haberlere yolladıkları beddualarla yaşaran gözlerini silerken, güvenli evlerinin odalarında mobil kılıçlarını sosyal medya savaşı için bilerler.
…
Şubat soğuğunun gurur kırıcı hayal kırıklığının ortaya çıkarttığı derin mutsuzluktan sıyrıldılar. “İntikam” naraları ile yola çıkanların yolda buldukları akılcı bahanelerine “dış güçlerin” komploları da eklendi. Ama artık tümünü sadece mevcudu korumak için “yol ahlakı” olarak kabullenmiş durumdalar. Bu ahlak onlara bol kınamalı ve aksiyon dolu efelenmelerin getirdiği rahatlığı sunuyor olsa da konjonktür denilen Ubeyy tavrının bu kadar içimize sinmesinin tarihsel arka planlarını iyice görmek ve anlamak gerekiyor. Yakın tarihimizde çokça gördüğümüz bu tavrın, bu coğrafyadaki insanlara bu kadar kolay sirayet etmesinde farklı bir psikoloji yatıyor olmalı.
Uzun tarihsel sürecin dışında ellerindeki imkanların kaybolmaması için her şeye kılıf uydurma uğraşında olmaları karşımızdaki manzaralarına kısmen de olsa açıklık getiriyor.
Kamusal yararın tek gayesi olan bireyselliklerinde ortaya çıkan sorunlarının çözümünü “safları sıklaştırarak” hafifletme ve teklenen “dörtlemeyle” iyileştirme gayretleri içindeler. Bu gayretlerinin kesintiye uğramasından duydukları endişeden dolayı eteklerine yapıştıkları “ileri görüşlü” kişilerin, “büyük hatiplerin” ve cesur “yalnız bırakılmışların” idam sehpalarını kendi elleri ile tuttuklarını hiç farkedemiyorlar.
Sorumluluklarının birilerinin üzerinden gerçekleştirilmesine inanma arzularının ve sorumluluğu onların sırtında tutma uğraşlarının yaklaşmakta olanı geciktirmeyeceğinin farkında değiller. Buldukları bu yöntem yeni bir yöntem değil muhakkak, tıpkı ‘sorumluluk’ deyince akıllarına gelenler gibi. “Hayatın her alanının tek bir ilah olan Allah’a ait kılınması”nın esamesi bile okunmayan düşünce dünyalarında hakim olan tek şey, “büyük kazanımlar” ve mazinin ok ve yay motifli serüvenlerine duyulan özlemle yapıştıkları atların üzengisi. Bu yüzden kendilerince muhalif gördükleri söylemleri “o zaman başka parti kur” şeklinde siyasal arenada tutma çabaları da kazanımlarının ipe serili olduğunu görebilmelerinin yaşattığı paniği gösteriyor.
Allah’a ait hayatlar yerine, özelleştirilmiş alanlarında icat ettikleri -ekonomik ve siyasal sistemlere bilerek, isteyerek ve uyarak kabullendikleri- hayatlarının adının vahye göre “teslimiyet” olmayacağını anlamaları çok güç. Din olarak kendilerine kabul ettirdikleri hayat tarzlarının bin bir güçlükle elde ettikleri kazanımlarının etrafında dönüp durması, bu tavafın “kamusal hakkın” temsilcisi etrafında yapılıyor olması, bir çoklarının üzerinde çıkarcılığın ve riyakarlığın tezahür etmesine neden oluyor. Doğal olarak komplo teorileri ve beka tehditleri ile bu tezahürleri canlı tutmak egemenler için hiç de zor olmuyor. Egemenliği temsil edenlerin bu minvalde kendi hesaplarına göre şekillendirdikleri doğrulara aykırı bir şey söylendiğinde, gösterdikleri aşırı tepkinin asıl nedenini de bunlar inşa ediyor. Tepki göstermeye haklarının dahi olmadığı durumlarda ise “kamuoyunun yanlış anlamasına” bir türlü anlam veremiyorlar. Bunca zamandır insana hizmet için yapılan yatırımlardan başını kaldıramıyorlar ama bırakın doğrudan insana yatırım yapılmasını tersini yapan sözleşmeleri, kanunları hazırlayıp uygulamaya koyabiliyorlar. Kırdıkları eski sınıf sisteminin yerine kolayca koydukları yeni sınıfların zeminini tüm uğraşlarına rağmen sağlamlaştıramıyorlar.
Kendilerini sadece etiketsel tanımlamalarıyla bile kabul ettiremiyor olmalarından doğan karmaşayı anlayamıyorlar. Bunca karmaşa içinde toplumun paslı çivi ile tutturulan dinamiklerinde yaptıkları değişiklikler ile onu daha esnek hale getirmeye çalıştıkça daha sümüksü bir yapıya evrilmesine neden olduklarının da farkına varamıyorlar.