Terörize Edilmek!
Terörize Etmek!
Filistin’de modern bir ordu yok.
Gazze’de zulme marûz bırakılanların “terörize” edilmesi gibi yumuşak geçişleri kullananların “ama Hamas da” diye söze başlayanlardan tek farkı siyonist/faşist dili entelektüel mecrâda kullanıyor olmaları.
Asıl dertleri sömürgeciye karşı 2023 yılında hâlâ özgürlük savaşının veriliyor olması. Sömürgeciden kurtuluş savaşımlarının, her seferinde dile getirdiğimiz barbar hegemonyadan kurtuluş için gerekliliği ve bu dengelerin değişimi için ödenecek bedellerin ağırlığı kimsenin işine gelmiyor. Bu durumun zamana yayılıyor olması hem aceleciliğimize hem de “kazanımların kaybedilmesi” gibi muğlak etkenlerce dizayn ediliyor. Oysa hem Putin’in ifadeleriyle “tek kutuplu dünya”nın değişimi hem de Çin’in politik hamleleri bize bunun işaretlerini veriyor. Ancak Amerikan hegemonyasına göbekten bağlı olanların bu sürece sıcak bakmadıkları ama elleri tetikte beklediklerini de görüyoruz. Yine aynı denklemde hem Ukrayna’nın durumu hem de Afrika ülkelerinin Fransa gibi ülkelere eylemleri bizim yeniden şekillenmek zorunda olan bu dengeye dikkat etmemizi gerektiriyor. I.Wallerstein’ın kehanet gibi görünen “az barış, az istikrar ve az meşruiyet” beklediği 2025 yılı öngörüsü yabana atılmamalı. Bundan önce dünya sisteminde siyasi çöküşün ertelenmesi nasıl sağlandıysa bundan sonra da başka hamlelerin arkasının gelmesi kaçınılmazdır.
Peki Hamas’ın yani aslında Filistin Davası’nın bu denklemde yeri ne?
Elimizdeki tüm verileri tek tek incelemek, analiz etmek akademik bir çalışmanın konusu olarak okunabilir bir kaynak olabilir belki ama buradaki amacımız bu değil. Öncelikle Filistin Davası’nın oturduğu zeminin farklılığı artık bilinen bir durum. Yine de Hamas’ın sürekli terörle eşleştirilmesinde en temel nokta, hegemonik dengenin kırılması için en ihtimal dışı ya da en son nokta olması beklenen kısmına saldırmış olması. Bunun arka planında bir haklılık, azim ve iman olması ayrı bir konu olarak okunmaya çalışılsa da aslında hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Bunu anlamak için İslam’ın tekelleştirildiği ve mezhepçi yaklaşımların siyasal evriminde fosilleşmiş devletler ve toplumlar nezdinde bu durumu izah edebilmek için çok başka şeylerin daha önce çözülmüş olması gerekiyor. Sömürgeciye bağımlı olanların en fazla korktukları şey Aksa Tufanı ile başlarına gelmiş durumda: Halkların tüm terbiye edilme yöntemlerine rağmen öfkelerinin dinmemiş olması. Hegemonik yapılar açısında ise ne sağlıksal ne de parasal terbiyenin işe yaramadığını anlamış olmaları, onların kısa vadeli planlarında değişiklik yapmaları demek.
Hamas’ın modern bir ordu görünümünde olmaması, komutanlarının komuta merkezlerinden savaşı idare eden modern komutanlar değil savaşçılarıyla savaşan ve ölen insanlar olması, halkıyla iç içe olmaları baskın unsurların onları terörist olarak isimlendirmesine yeterli görünüyor. Ama yanı şeyi yine modern devlet konumunda olan siyonist işgalcinin kendisi yaptığında bir devlet refleksi olarak algılanıyor. İşte temelde bu “modern” oluşumların sorgulanması için büyük bir gedik açılmış durumda. Bu isimlendirmenin üzerinde sürekli durmalarının asıl can alıcı kısmı “batıyı” da terörize ettiklerin gücün kendi ellerinden kayma ihtimali. İşte Hamas tam olarak bunu da yapmış oldu. Modern ordunun olmadığı her yerde savaşanın terörist olmadığını, görüntülerde servis edilenlerin hepsinin Kassam Tugaylarına ait olmadığını ve onlara göre “istenmeyen” bu görüntülerin işgalcilere karşı direnişin bir sonucu olduğunu biliyorlar. Sömürüden kurtulmanın tek çaresinin ödenecek bedellerde olduğunu hatırlatan bu son Direniş’in üzerinin hızlıca örtülmesi ve sürecin bir an önce tamamlanması onlar için bu yüzden önemli. Diğer bir yönden bölgede yeni bir dünya savaşı çıkmaması için uğraş verenlerin aslında bu sömürge yapısına entegre olmuş olanlar olduğunu da görmüş olduk. Yani içeriden sömürülenlerin bu iç sömürüyü unutup kendini dışarıdaki sömürgeciye odaklayanlara karşı şöyle bir başını çevirip bakmasını sağladı. En sonunda gerçekleşecek olan şeyi ertelemedeki amacın “daha sırası gelmedi” gibi ucuz numaralarla atlatılıyor olması kendi sorumluluklarından kaçma çabasından daha fazlası. Kaybedecek çok şeyi olanlar kaybedecek bir şeyi olmayanların yanında “modern diplomasi”nin gölgesine sığınarak “ama”lar ve “acaba”lar üretiyor. Kendini islama nispet eden devlet liderlerinin pasif hâlleri aslında kendi toplumlarının yansıması. Ancak başlarını iç sömürgeciye doğru çevirenlerin tüm bedenleri ile ona karşı durmalarının önü açılmış oldu. Şimdilik herkesin bir bağımlılığı ve bağlanmışlığı var. Bundan dolayı süreci en az kayıpla atlatma uğruna mazlumların katline hepimiz göz yumuyoruz.
21. yüz yılın tüm temel dinamiklerinin “ordu”su bile olmayan bir “devlet” tarafından yıkılacak olması hiç kimsenin işine gelmiyor. Ama sanırım en sonunda Samir Amin’in orta vadeli geleceğin reel kapitalizmin barbarlık olan yeni liberal süsünü neden sınırsız barbarlık olarak gördüğünü umarım anlamışızdır.