Mazlumların Yanında Durmaya Çağrı!
Mazlumların Yanında Durmaya Çağrı!
Toplumsal hezeyan:
Bir kısmı Araplar-Türkler üzerinden ipe sapa gelmez, hamaset kokulu bilgi kırıntıları ile kitlesel reflekslere oynuyor: Cehâlet.
Bir kısmı kutsallık edebiyatı üzerinden “ilk kıble” ve Aksa güzellemesi ile romantizmi nostaljik avuntu hâline getiriyor: Müptezellik
Başka bir kısım kendini, fasulye mesabesinde, coğrafyanın hakimi ve son kalenin savunucusu görüyor: Cahiliye!
Bu sadece buraya ait bir sorun değil. Kendi zalimine söz söyleyemeyen ama başka zalimlere söz söyleme rahatlığında bulunan her yerin sorunu.
Ardından gelen Gazze’ye izinsiz su bile sokamayanların hafta sonlarına denk getirdiği yıllar öncesinin maksadı hâsıl kılan boş kalabalıkları. Her ne demekse! Hangi maksat ya da hâsıl olan ne?!
Az önce Gaza Now’dan bir mesaj ulaştı:
“Türkiye’deki kardeşlerimiz, Azerbaycan’da, Libya’da, Suriye’de savaş çıkınca hemen askeri yardıma koştunuz!
Türkiye Gazze’de üzücü açıklamalarla ve benzeri görülmemiş hayal kırıklıklarıyla yetindi!
Türkiye bize ve insanlarımıza en yakın ülke olmasına rağmen daha neyi bekliyorsunuz ve bu sessizlik daha ne kadar sürecek! Bu talihsiz ve üzücü!”
Bir çağrı olacaktı oysa! Bu çağrının başlığı yazının başlığı olmalıydı. Bunun yerine bunca talihsizliğe üzülenlere dünya konjonktürünü anlatmaya başlasak mı? Yoksa zalim Aliyev’in gardaşlarından, Ukrayna’ya verilen insansız hava araçlarının neden Müslüman bir ülke aracılığı ile mazlumlara ulaştırılmadığını mı sormalıyız? Hamas’a veremezler miydi? İsteseler kimlere vereceklerini bilecek kadar zekiydiler. Paraları mı yoktu; oysa bizden isteseler verirdik. Ne istemediler de vermedik ki?! Garip bir arzu ve içten gelen inanılmaz bir kanıksama. Sanki Gazze yeni saldırıya uğradı ve biraz sonra dünya egemenlerinin sürüncemesi altında usulca öldürülmeye devam edecek.
Yürüyüşlerde gövde gösterisi yapanlara aslında gövde gösterisi yapmaları gereken yeri göstermek boynumuzun borcu olmalıydı. Oysa biz boy boy bayraklı fotoğraflarla, kınamaların girdabında avuntuya kapılmayı mücahitlik ve erdem zannettik. Kandırılanlar tarafından kandırıldık. Bunu yeni mi anladın demeyin! Anlamak ve bilmek başka bir şey vicdanların tüm kararmışlığını görmek ayrı bir şey. Evet devlet yönetmekten ve devlet idare etmekten anlamam. Böyle bir idare eden konumunda olmak ve kandırılmanın vıcıklığında boğulmak da istemem. Ama en azından ‘necip millet’ edebiyatının o saçlı-sakallı abilerinin dünyanın değişecek dengesinde kılıbıklık yapmayacağını, el altından ‘büyük devlet’ sancılarının gerçekleşmesini beklerdim. Bekler miydik? Yok bu da yalan! Ne kadar çabuk alıştık yalan söylemeye. Kendi zalimlerimize söz söylememeye nasıl iknâ edildiysek öylece alıştık galiba buna da. Umduk belki! Yine umuyoruz işte; Rusya’nın ve Çin’in dünyanın değişen hegemonik dengelerinde mazlumların yanında olmasını bekliyoruz. Olun be, lütfen olun! Yanınıza alın İran’ı ve Suriye’yi; insin Lübnan’ın son siyonist kovucuları! Artık yağmacı medeniyetin nasıl büyük yalancılar olduğunu biliyoruz. Suriye’de ne yalanlar söylediklerinibile bilmiyoruz. Ortalık zalimden geçilmiyor madem zalimler kırsın zalimleri ve biz zalime sırf zalim olduğu için zalim diyelim ama o masumların öldüğünü artık görmeyelim. Peki ya sonrasında. Gazze ne olacak, hangi hesapların kurbanı kılınacak Filistin? Çıkmak üzere olan canına son bir nefes alma gayretiyle on yedi yıllık yükü sırtından atmaya çalışan bu mazlum halk ne olacak?
Yok, kırılsın Allah’ım! gerçekten
Mazlumların umudunu kıranların, kırılsın kolu kanadı!